14 Haziran 2012 Perşembe

Alper Canıgüz

    Küçükken fazla kitap okumazdım. Evet ebeveynimin hakkını yememeliyim tüm dünya klasikleri evde mevcuttu fakat o korkunç çirkin kitap kapakları beni onlardan soğutmuştu bir kere. 
Özellikle Jules Verne'nin 'Denizler Altından Yirmi Bin Fersah' isimli kitabın kapağını 'bir çocuk kitabının kapağı' olarak kim dizayn ettiyse (dizayn etmek o zamanlar var mıydı diyeceğim de yaşlandığım ortaya çıksın istemiyorum) okumadan geçirdiğim boş yıllarımın hesabını ahirette ondan soracağım. 


    Yıllar geçti, ergenlik geldi çattı. Gülten Dayıoğlu'ydu, İpek Ongun'du derken büyüdüm. Artık okuyordum, ne okuduğunun önemi yok oku dediler okudum. Sonra ablam beni Kafka, Boris Vian, Bukowski ile tanıştırdı... Anladım ki 'okumak' var bir de başka bir 'okumak' daha var. 


Kafam karışıktı, iki-üç günde rahatlıkla okunan kız kitaplarından sonra bunlar bana çok gelmişti. Hala şüpheci yaklaşımım devam ediyordu. Acaba doğru yolda mıydım?
Sabahları kahvaltıda kruvasan ve filtre kahve istemem normal miydi? 


    Lisede sınıfça kitap okuduğumuz 'Okuma Dersi'miz vardı. Selim İleri'nin şimdi adını hatırlamadığım bir kitabını sınıfça edinmiştik ve hocamızın belirlediği biri okumaya başlıyordu, takip etmeye mecburdun çünkü bir anda kadın ''DUR!' Hakkı sen devam et' diye inliyordu. Kitap okumanın eziyete dönüştüğü bir zaman dilimiydi. Şimdilerde hala Selim İleri kitabı görünce midem bulanıyor. Yanlış eğitim sistemi beyler!


Sonrası ÖSS zamanları işte... Havuz doldurduk boşalttık- Ali kahrolası Ayşe'den 5 yaş büyüktü ve bir türlü onun yaşına gelemiyordu... Okumam sütten kesildi.


    Şimdilerde kitapçıda zaman geçirmek çok keyifli! Bir de biraz daha ucuz olsalar her şey daha harika olacak gibi.


Hala okumaya değecek kitap var mı triplerinde olanlar için Alper Canıgüz derim ve susarım.


                           

Mutlaka okunmalı...


Hayatım boyunca hemen bitmesin diye minik minik okuduğum tek yazar. Ve sanırım hayatım boyunca da tek yazar olarak kalacak.


                                          

Hadi ağabey yeni kitap gelsin artık...

11 Haziran 2012 Pazartesi

Metaforik Cümleler Kuruyorum

    Sıcaklar bastırdı, sanırım iyice yaşlandım huysuz nineler gibi sürekli söyleniyorum. Yağmurlu günleri özlüyorum, sahilde ıslana ıslana kimsecikler yokken yürümeği, tek başıma olmayı...

Çevremde değişik şeyler oluyor, ben ise astronot kıyafeti içinde (burada sıcak olayına vurgu yapıyorum) uzay boşluğunda gibiyim.

    Yedi aydır bilfiil takıldığım cafe şu an açılış yapıyor; miniklere balon dağıtılıyor, kiraladıkları kemancı bey de sanatını icra ediyor. Sürekli futbol muhabbeti yaptığım barista çocuk da bir garip, yüzünde anlamsız bir gülümseme mevcut (kemanın etkisi mi acep), sayısalın çekilmesine de daha saatler var oysa... 

Kara kış zamanları, yağmurlar yağıyor seller akıyorken, Arap kızı Mikail ile işi pişirirken (twitter'da yapmıştım bu espiriyi, kendimi tekrarladım işte) bile hep sokaklardaydım. Geleceğe dair kendimle alakalı emin olduğum tek şey takıldığım muhitte muhtar adayı olur isem rakipsiz olacağım. En azından hayata dair tutunacak bir dalım var diye sevinmeli miyim acaba? Sevindim gitti.

Şu sıralar okuduğum kitapta keşke ben kurmuş olsaydım dediğim harika bir cümle var. 

Yazar burada yeni aldığı bileklikleri gösterebilme çabası güdüyor...
    Çok sevdim işte, bir gün bu kadar mutlu olur isem çaaaat diye yapıştıracağım bu lafı, tabii ki sayfa sonunda referans göstererek :)

Valla yazacaklarım bu kadar, bir yere bağlayayım dedim olmadı, blogumun çıkış amacı da moda olduğuna göre şu güzel fotoğraflarla kendimi başbaşa bırakayım.