17 Temmuz 2012 Salı

Sıvı Soy Ağacım

    Dönemsel her şeyi sorgulama ritüelim başladı. Afakanlarla aram oldukça iyi. Aynı yerde uzun süre duramama, insanlarla uzun süre iletişim kurunca bunalma, daralma gibi yan etkilerinin olduğu bu dönemlerde kurtarıcılarım: bol kahve ve film. 


Eskiden tam bir çay insanıyken nasıl bu hallere geldim hala sorguluyorum. Kahrolsun Amerikan emperyalizmi yakınışlarımdan, uzun süren bir araba yolcuğunda otobanda Starbucks'ı görünce yaşadığım mutluluk arasındaki dönüşsel süreç taş çatlasa dört ya da beş yıl... (dönüşsel süreç diye bir kavram ortaya attım bu arada)


                                                     .



   Mayni'nin Sıvı Soy Ağacı'nı açıklıyorum:


    Sütle doğdum, sonra su ile tanıştım. Daha sonraları meyve suyuna geçmiş olmalıyım zira meyve sularının bu kadar zararlı olduğunu kavramamız oldukça yeni... 
Sonra hoş geldin çay!
Mahallede büyümüş her çocuk için çay çok önemlidir.


Alt ya da üst komşu balkondan seslenir: "Çay koydum, hadi gelin." İngilizler'in beş çayı kavramı bizde her saat olabilecek bir eylemdir. Anneler sohbet eder, çocuklar çaya pötibör bisküvi banar.


Çayı mug'da içmek hakarettir, açıkcası ben de sevmem. Ne Ajda bardağı ne de kulplu bardak, varsa yoksa "kahveci bardağı". Burada kahveci bardağı derken, kahvehane bardağında içilen çaydan bahsediyorum.




                                     


    Zamanı gelince Türk kahvesi ile tanıştım (izin çıktı, meğersem kararmıyormuşuz!). Telve yeme konusunda zaten uzmandım, annemin içtiği kahvenin dibini direkt parmaklardım. 


Normal içici olabilmem için ergenlik sonrasını bekledim. Türk kahvesi içmeye layık bir birey olduğum, evde kahve yapılırken "ben de istiyorum!" demeden bana da yapılmış olduğu zamanın gelmesini bekledim.
Geldi...


Sonraları da Nescafe ve Jacobs ile tanıştığım sınav, final zamanları hayatıma merhaba! dedi... Bir de kısa süreli ülkeyi Tang çılgınlığı sardı, ilk kez meyve suyu içiyor gibiydik oysa bizler Lezzo insanlarıydık, ne çabuk unutmuştuk?


Üniversiteye yeni başladığım zamanlar Starbucks Türkiye pazarına girdi. (Daha önce ilk Starbucks'a gidiş maceramı yazdığım için burayı es geçiyorum.)


                                                   Coffee

Şimdilerde hayatımızın "sohbet anları" Starbuckslar'da, Nerolar'da geçiyor... Duvarların dili olsa da konuşsa demediğim lokasyonlar buralar. Tam bir kaos; amma dedikodu, gözyaşı, sitem, mutluluk biriktirmiştir o duvarlar... Kaçıııııınnnnnnn.


Öyle yazmak istedim sadece. Alkolsüz festival olur da alkolsüz sıvı soy ağacı olmaz mı? Allah'ımmm nasıl bir aktivistim değil mi? Mesajımı alttan alttan verdim, şimdi de gittim.



14 Temmuz 2012 Cumartesi

Koşa Koşa KOS'a Gittim

   

Herkesin Bodrum'u başkadır. Kimisi için en güzel koy Türkbükü'dür kimisi içinse Yalıkavak... 

    Benim Bodrum'um Gündoğan'dır. Bakir yapısını korumaya çalışan, betonlaşmaya direnen, köy hayatından izler taşıyan en güzel koyudur Bodrum'un. Her sabah güneşin doğuşuyla uyanılır, yürüyüş yapılır, "Günaydınlaşılır", İkizler Pastanesi'nden ekmek (ben bir de ponçik alırım), Çıngıloğlu'ndan otlu börek alınıp kahvaaltı için eve dönülür. Gündoğan'ın en meşhuru Terzi Mustafa'dır. Terzi Mustafa Bodrum'un lezzetiyle nam salmış sayılı balık restorantından biridir. Her akşam en az iki, üç ünlü ismi burada görmek mümkündür. 


    Denize girmek için Küçükbük tercih edilir, tertemiz denizi ve yerleşik halkıyla minik bir mahalle hayatı hakimdir. 




Daha fazla paylaşmak istemiyorum, meşhur olmasın benim ''yerlerim''...




Yıllardır ertelemekten harap ve bitap düştüğüm bir günlük(cük) Kos macerama sonunda imza attım. Çok yer gördüm mü? Evet ama tamamen gezemedim, bu da demek oluyor ki kapı açık yine gitmem, eksikleri tamamlamam gerek...