12 Nisan 2012 Perşembe

Prens ve Şov Kızı, Bir Marilyn Rüyası...

                                                   

  Hala rüyada gibiyim. Her insanoğlu gibi Marilyn Monroe hayranlığım vardı, büyüktü. Evde filmlerini izlemişliğim, fotoğraflarını facebook'da profil fotoğrafı yapmışlığım çoktu. Ama... Beyaz perdede kendisi görmek... Gerçekten ışık saçıyormuş, 3D film izler gibi oldum. Koşup sarılmak, çığlık atmak hatta neden bilmem ama imza almak istedim :)


Ne müthiş bir oyunculuk...


    Yakın zamanda vizyonda olan Marilyn ile Bir Hafta filmine ilham kaynağı olan Prens ve Şov Kızı beni yine ''ne varsa eskilerde var.'' dedirtti. Tamam Michelle Williams'ın oyunculuğuna lafım yok, gayet başarılıydı ama malesef bir Marilyn değil. Bunu bir Marilyn filmini sinemada izleyince daha iyi anladım. Işıl ışıl parlayan Marilyn Monroe'dan etkilenmemek mümkün değil. Hayatım boyunca mimiklerini bu kadar başarılı bir şekilde kullanan başka bir yüz de göremem, göremeyiz sanırım.


Erkekleri bu filmi izledikten sonra çok daha iyi anladım. Hem bu kadar seksi hem de çocuksu bir kadın... Gerçekten rüya gibi.


                                  

   Laurence Olivier başrol erkek oyuncusu olmasının yanı sıra filmin yönetmenliğini de üstlenmiş. 


İyi ki izledim dediğim bir film daha bitti...
Şahane bir şeysin, R.I.P Marilyn... 


                                         

9 Nisan 2012 Pazartesi

Romeo ve Juliet halt etmiş, gerçek aşk dedikleri Dom ve Fiona'nın Aşkı: AŞK PERİSİ

    İstanbul Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. Festival süresi boyunca kendimi hep başka biriymişim gibi görüyorum; bir gün uçan kahraman, bir gün Porto Ricolu bir nine, bazen de her şeyden vazgeçmiş, ilgi çekmeye çalışan bir ergen. 


Uyku düzeni ile uzun zamandır arası açık olan biri olarak bazı filmlerde göz kapaklarımı açık tutabilmek için çok efor sarf ettiğim doğru ama Rexx'in rahat koltuklarında sızmışlığım da olmadı değil. Açıkcası o uykunun tadı da bir başka oluyor.


    Kötü filmler, iyi filmler; filmi beğenmeyip yarıda bırakıp kaçanlar, film bittikten sonra etkisi hemen geçmesin, bitmesin diye salondan en son çıkanlar... Bunların hepsi festivallerin güzellikleri...


               

Kendim gibi olan filmlere denk geldiğimde o kadar mutlu oluyorum ki filmden çıkınca ayaklarımı havada birbirlerine çarpa çarpa koşmak istiyorum. Tesadüfen denk geldiğim ''Aşk Perisi'' de o filmlerimden biri oldu.


                 

Film o kadar naif ki, evet naif olan filmleri zaten yazma gereği duyuyorum ama bu film çok başka. Peri olan ya da olduğunu sanan bir kadının ve periden üç dilek dileme hakkı olan resepsiyonistin hikayesi. Absürd komedi demeye dilim varmıyor ama bir film çekecek olsam ben de Aşk Perisi tarzı bir film çekerdim :)

                 

Dom ve Fiona'nın aşkı bizim gibi sıradan hayatları olan insanlar için oldukça eğlenceli...


İzlemeye değer, izleyin :)