11 Ekim 2016 Salı

Hafta Sonu için Hızlandırılmış Kopenhag Rehberi

     Kış, Kuzey Avrupa ülkelerini iyice etkisi altına almadan bu sonbaharda görmek istediğimiz şehirler listesinin başında Kopenhag vardı. Dersimizi çalıştık, gezmemiz görmemiz gereken her yeri not ettik, ve hazırız!

Kopenhag'da gördüğüm, gezdiğim ve yediğim şeyleri paylaşmadan başka bir konuya değinmek istiyorum. Kopenhag o kadar düzenli bir şehir ki her yer birbirine bağlı ve ulaşım konusunda sıkıntı yaşamak imkansız. Bu sebeple önerilen çoğu yeri elinizle koymuş gibi bulabilirsiniz. Fakat restoran ve kafeler konusunda Türk bloggerlar'a bir çift lafım var: Arkadaşlar siz İstanbul'da n'apıyorsunuz, yurt dışına gidince en dandik kafeyi bile yere göğe sığdıramamayı nasıl başarıyorsunuz?

    Mutlaka şurada kahve içmelisiniz, yok buranın kruvasanı muhteşem denilen tüm tavsiyelere güvenip hepsini not etmiştim, sonuç yüzde seksene yakını hayal kırıklığı. Şansımıza otelimiz, Kopenhag'ın Karaköy'ü olan Vesterbro'daydı ve not aldığımız çoğu mekan bizim mahallemizdeydi. Mesela bir blogger, Kaffe adlı kafede mutlaka kahve içmemiz gerektiğini böyle bir kahve olmadığını ve ortamın inanılmaz zevkle dizayn edildiğini yazmış. Kaffe adlı mekan için Kadıköy'den bir kafe ile karşılaştırmamız gerekirse Çekirdek ya da Eywa olabilir. O kadar düz bir mekan ve kahvesi ortalama altı. Tavsiye ederken lütfen biraz gerçekçi olun artık hepimiz geziyoruz ve Amerika keşfedileli epey zaman oldu.


Otelimiz Kopenhag'ın Karaköy'ü olduğu bölgede derken oldukça samimiydim :D

           Bir de Kopenhag'a kırgınım, kırgınım çünkü aşırı pahalı bir şehir! İki kişi kahvaltı yapıyorsunuz ve 250 DKK tutuyor minimum. Kahvaltı derken atıştırmalıktan bahsediyorum, iki kruvasan, iki kremalı çörek (adını unuttum) ve iki Amerikano. 250'yi uzatırken resmen isyan edesim, hayır saçmalamayın İtalya'da bu kahvaltı en fazla 15 Euro eder demek geliyor ama olmuyor işte... Sabah kahvaltısı böyleyken akşam yemeği piyasasından bahsetmek bile istemiyorum. 
(Halifax adında bir hamburgerci var, lütfen ama lütfen gidin, böyle bir lezzet yok, yerken kendimi o kadar kaptırmışım ki fotoğraf bile çekememişim.)

Granola da not aldığım mekanlardan biriydi. Fransız tostu inanılmaz başarılıymış, peki dedik o olsun hadi. Amerikano ve Fransız tostu (ki bir dilim) toplam 100 DKK tutuyor. Valla ben de aynısını evde yapabiliyorum bazen mutluluğu çok uzakta aramamak gerek.


Granola kahvaltı ya da akşam yemeği için tercih edebileceğiniz bir mekan. 
Birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi muhteşem bir kahvaltı kültürleri olmadığı için Kopenhag'ın Starbucks'ı olan Lagkagehuset kahvaltı ve kahve için tercih edebilirsiniz. Kopenhag'ın her yerinde mevcut.


Istadgade Caddesi boyunca yer alan kafelerde de kruvasan başta olmak üzere kremalı olan kendilerine özgü tatlı çörekleriyle de kahvaltınızı yapabilirsiniz.
Kopenhag'ı Google'layınca ilk karşımıza çıkan renkli binalar yani Nyhavn bölgesine gitmek için bisikletlerimize atlıyoruz. Kaldığınız otel ya da hostelden rahatlıkla günlük 100 DKK'ya kiralayabilirsiniz. En ucuz şekilde ulaşımı böyle sağlayabilirsiniz hem de kendinizi Kopenhaglı gibi hissedebilirsiniz tabii iyi bir sürücüyseniz.


Nyhavn'da kanal turu da yapılabilir, biz de yaptık görmediğimiz yer kalmasın diye.
Nyhavn'da instagram için fotoğraflarımızı çektikten sonra Stroget Caddesi'nde kısa bir tur attık. Stroget uzun ve ferah sokaklarıyla bizim eski Bağdat Caddesi. Eski diyorum çünkü şimdilerde Bağdat Caddesi'nin hali içler acısı.

Şimdi tekrar bisikletlerimize atlıyoruz ve en  çok merak ettiğim yere doğru pedalları çeviriyoruz: Christiania! Christiania'ya yaklaştığınızı tabii ki 400'e yakın basamağı çıkarak en tepede Hz. İsa'nın olduğuna inanılan Church of Our Saviour'u görünce anlıyorsunuz. Daha sonra biraz daha pedallara kuvvet diyerek Christiania'ya varıyoruz. 


Christiania'da birçok ünlü graffiti sanatçısının işlerini de görmek mümkün.
        Aslında Christiania için söylenecek tüm sözlere, fikirlere ve inanışlara Google amca vasıtasıyla ulaşabilirsiniz. Üşengeçler için özetlemem gerekirse, 1971 yılında bir grup hippi tarafından eski bir askeri bölge işgal ediliyor ve burada kendi yaşam alanlarını yaratıyorlar. Ve buraya serbest yaşam bölgesi olarak ilan ediyorlar. Devletten yardım almıyorlar ve kendi içlerinde bir düzenleri var. Christiania'ya girince önce bunu çok hissedemiyorsunuz çünkü standların ve büfelerin olduğu bu kısımlar oldukça turistik. Fakat arkalara doğru ilerledikçe gerçekten burada başka bir hayatın-yaşayışın hüküm sürdüğünü anlıyorsunuz. Ot mot konularına hiç girmeyeceğim, tabii ki herkes bu amaçla orada bulunmuyor. Biz yerel biralarını çok merak ediyorduk, patates kızartmaları da inanın harikaydı, deneyin derim. 

Christiania'da yapılabilecek en güzel aktivite çimlere yayılıp
kendi biralarının tadını çıkarmak.

          Kopenhag'da bu iki güne o kadar çok şey sığdırdık ki ben yazmaktan sıkıldım -şimdilik. Hatta sadece Kopenhag değil yarım günlük Malmö maceramız da var. Kopenhag'a kadar gitmişken tabii ki Öresund Köprüsü'nden geçip İsveç'e ayak bastık. Malmö mutlaka görülmesi gereken bir yer olmasa da Holland adındaki en eski pastanesine gidip o muhteşem tatlıların tadına bakabilirsiniz :)


Passion Fruit'li cheesecake ile açılışı yapmanızı tavsiye ediyorum :P

İlerde yazıma diğer deneyimleri de eklemek hedefindeyim, söz. 
Dediğim gibi eğer bisiklete binmekten keyif alıyorsanız Kopenhag'ı baştan başa gezmek, yemek içmek ve cozutmak için yeterince vaktiniz oluyor :)




14 Temmuz 2016 Perşembe

"Modanın getirdiği aynılık kadınlar için bir intihardır." Bill Cunningham


Herkes için Bill Cunningham. 
Benim için Mavi Denklanşör. 

Şu an hayatımızda sokak modası diye bir kavram var ise buna vesile olan en önemli kişilerden biridir Bill Cunningham. Kendisi 87 yaşına kadar (bizim ülkemizdeki emeklilik yaşını düşünelim ve bir dakika boyunca utanalım) bisikletinin üzerinde, işinin başındaydı. Herkesin tek düze olmaya çalıştığı (yoo hayır Kızılay dağıttı geyiğini de yapmayacağım) bu düzende o hep farklının peşinden koştu. Koştu derken gerçekten en güzel ve farklı kareyi yakalamak için gerektiğinde modellerin, sanatçıların ya da yoldan geçen herhangi birinin peşinden koştu. Kendisi bir kez bile Marilyn Monroe'nun fotoğrafını çekmemiş çünkü onu hep aynı ve sıkıcı bulmuş. Bill Cunningham için hazırlanan belgeselde izlemiştim (Bill Cunningham New York), çok ilginç değil mi?



Kendine ait bir tarzı olan ve bunu vazgeçmeden sürdürebilen insanları her zaman takdir etmişimdir. Bu sebeple Bill Cunningham'ı nasıl hatırlayacağız diye sorduğumuzda aklımıza hep mavi ceketi ve üzerinde harika kareler yakaladığı bisikleti gelecek. 



Bazı insanların doğuştan başka bir gözü olduğunu düşünürüm. Olayları, yaşananları herkesten farklı bir açıdan yorumlar, her şeye farklı bakar, işte Bill Cunningham da bu farkını karelerine muhteşem yansıtıyordu.




Mavi onun rengiydi. Ah ne güzeldir mavi ile özdeşleşmek. Bill Cunningham'ın mavi renkte bol cepli Fransız sokak temizleyicilerinin giydiği bu cekete olan ilgisinin sebebi çok cepli olması ve rahat kullanımı. Tabii bizim için de kendisini hep bu şekilde hatırlama sebebi.

RIP Bill.



3 Mayıs 2016 Salı

Bir Kuple MET Gala 2016


MET Gala 2016 hakkında iki kelam etmeden geçer miydim, tabii ki geçmezdim. Bu seneki Manus x Machina: Fashion in an Age of Technology konsepti için ünlüler neler giyecekler diye hatta sabırsızlandım bile. Giyilebilir teknolojileri şıklıkla buluşturacaklar mı, moda evleri nasıl futuristik tasarımlar ortaya çıkaracaklar, uzaktan kumandalı açılıp kapanan elbiseler görecek miyiz (Jetgiller de bizi görecek mi?) diye heyecanlanırken bir tane bile 'wow!' dediğimiz tasarımın olmaması... Oysa geçen sene Rihanna'cığımın sapsarı Minik Kuş tuvaletini hangimiz unutabildi?

Bu sene Beyonce kapalı bir tuvalet seçmiş, gözlerime inanamadım, kendini adeta pestille sıvamış gibiydi. Givenchy tasarımı lateks elbisesiyle nasıl elektrik yüklenmiştir zavallıcık, hemen o negatif enerjiyi atmak için bugün malikanesinin bahçesinde çıplak ayak dolaşmalı, çime basmalı.Zac Posen geceye damga vuracak bir hazırlık içinde olduğunu zaten Instagram'dan paylaşmıştı. LED ışıklı bir tasarım bizi aydınlatmak için hazırdı! Fakat tuvaleti kimin taşıyacağı adeta sırdı.  




Olivier Rousteing tabii ki kankitosu Kim için yine allı, pullu bir tuvalet hazırlamış. Elbisenin üst kısmı adeta alüminyun folyo ile kaplanmış gibi, futuristik bakışta ufkumuzu açan bir tasarım. Ben şahsen beğenmedim. Yörüngesi Kanye'nin ceketini ise çok beğendim, yalan yok. 
             

Aşk böcükleri Gigi Hadid ve Zayn Malik'i atlamak olmazdı. Zayn kollarına geçirdiği o korkunç aparatlarla, 'geceye damga vurmalıyım herkes beni konuşmalı' dileğini gerçekleştirmiş oldu. Futuristik Şıreydır: Zayn Malik

Claire Danes'i MET Gala'nın Kırmısı Halı'sında görünce yine bir şey anlamadık çünkü ışık saçmıyordu sonra ise karanlıkta parlayan bu enfes Sindrella'yı gördük ve bayıldık. Bence gecenin en iyisiydi!



20 Nisan 2016 Çarşamba

Benim için lüks işte budur: Dolce & Gabbana tasarımı Smeg buzdolabı






Valla tansiyonum çıktı ya da indi, çünkü şu an her şeyi buğulu görüyorum. Kendimi hemen Sayısal Loto bayiine mi atsam, köşe başındaki milli piyangocu Metin ağabeye mi koşsam yoksa direkt bankaya gidip kredi mi çeksem inanın bilemiyorum. 



Ben azla yetinip, 'Bir adet kırmızı Smeg'im olsun yeter' derken şimdi bu hiç oldu mu?



Hayallerimin buzdolabını tasarlamışlar. Böyle bir güzellik yok! Her biri el boyaması ve yalnızca  100 adet! Dolce & Gabbana zaten desenlerinde bu yıl kendini aşmıştı bir de Lovemark'ım Smeg ile işbirliği yapması resmen yıldızlı pekiyi!
Fiyatı da yalnızca 30 bin Euro. Parası olan hiç düşünmesin hemen alsın çünkü 10 yıl sonra wuhuuuuu! Kaç katına satar artık bilemem!




Bu buzdolabı benim olsa ben onun içine hiçbir şey koymazdım, ona ağırlık taşıtmazdım, başka bir buzdolabı alır canparem Smeg'imi de salonun ortasına koyardım. 

Lüks kavramı kişiden kişiye değişir ya hani, param olsa bir saniye düşünmez hemen siparişi verirdim. Benim için lüksün sözlük anlamı şu an Dolce & Gabbana tasarımı bu Smeg'ler... Kalp kalp kalp.


5 Nisan 2016 Salı

Alessandro Michele ortaladı, Gucci 2016 İlkbahar/Yaz Koleksiyonu golü attı!

    Bazı geceler radyoda rastgele bir kanal açıp yatağıma oturup bir şeyler karalamayı seviyorum. 'Karalamak' derken her iki anlamda, hem yazıyorum hem de çiziyorum. Çok anlamlandıramadığım o his gelince hemen aksiyon almalıyım yoksa kaçmaya çok meyilli. Bu sebeple hemen bağdaşımı kurup, laptop'ımı kucağıma aldım ve yatağıma kuruldum. Radyoda 90'lara denk geldim. Hatta tam da şu an Mustafa Sandal çalıyor -sözzzz sözzz verdim ben bir daha aslaaaa sevmem diyeee- tabii ki eşlik ediyorum :) 

Sürekli dinlediğim radyo kanallarının dışında farklı kanalları dinlemenin en güzel yanı çoktandır unuttuğun bir şarkıya denk geldiğinde içini kaplayan o garip his... Aynen şu an olduğu gibi: Selami Şahin'den 'Dönüşüm Muhteşem Olacak' çalıyor :) 
Fasılların vazgeçilmez acılı şalgam kıvamlı şarkısı; sözleriyle karamsar, melodisiyle iç parçalayıcı... 

    Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim, Selami Şahin'i hep sevmişimdir. Üniversite yıllarımda bir restoranda kendisini görmüştük, bir arkadaşımın doğum gününü kutluyorduk. Yanına gidip onun için bir şarkı söylemesini rica etmiştim, ki kendisi de müşteri olarak restoranda bulunuyordu ama beni kırmadı masamıza geldi ve söyledi. Kendisi, tatlışlık müessesi sınavına girmeden direkt üye olmaya hak kazanmıştır.

Şimdi bu uzun giriş kısmından sonra asıl konuma gelelim.
Dönüşü gerçekten muhteşem olan Gucci'den bahsedeceğim. Alamadığımız tüm o harika koleksiyonu üzerine iki kelam da ben edeyim...

    Ahh Gucci ahh, son yıllarda bir markanın çöküşünü izliyoruz diyebilirdik, o korkunç çantaları beni benden alıyordu... Ama sonra kapı aralandı, bir ışık hüzmesi uzaktan göründü! İşte kurtarıcı gelmişti: Alessandro Michele!
Bir markanın kreatif direktörü değişince çehresi nasıl değişir ve şahlanır bunu da öğrenmiş olduk. Bunu son zamanların en fantastik atağı olarak nitelendirebiliriz. 

Alessandro Michele, 'Yılın Adamı' olmayı çok hak ediyor. 
Seçilen kumaşlar, desenlerin kombinlenişi, çantalar, ayakkabılardaki detaylar... Aman Allah'ım hepsini istiyorum! 
Bir koleksiyon düşünün hem bohem hem heyecan verici hem de rengarek! Ve hepsi bir ahenk içinde, 'hayatta bununla bu giyilmez' dediğimiz tüm klişeleri çürütüyor.









Ve gerçek ikon Iris Apfel'i baştan aşağı Gucci içinde görünce sevgim, ilgim, hayranlığın bir kat daha arttı. Nasıl yakışmış! 
Cool olunmaz, cool doğulur dostum!


6 Ocak 2016 Çarşamba

2015’in Modasal Olayları


Her yılın son günlerinde kendimizin muhasebecisi olup geride bıraktığımız yılın muhasebesini yapıyoruz. 1 Ocak’a kadar fantastik kararlar alıp çoğumuz istikrardan yana olamayıp bir hafta bilemedin, on gün sonra o karardan vazgeçiyoruz.
“2015’te şunları yapacağım” dediğiniz her şeyi yapmış olmanızı temenni ediyorum zira durumlar ben de o kadar iç açıcı değil.
2016 umutlarla gel…

Şimdi gelelim asıl konumuza, 2015’te yaşanan moda olaylarını şöyle hızlıca bir düşününce aklıma gelenleri hemen not aldım ve başladım yazmaya. Eminim yarın sabah "Aa bu da iyiydi, unutmuşum" diyeceğim ama olsun.  


İkilemde kalmanın Nirvana’sı: Bu elbise hangi renk? 

Hepimiz iş yerlerimizde kendi laptop’umuzdan elbiseye baktık sadece düz bakmak yetmedi laptop’ları evirdik çevirdik yine olmadı. Gelen ışıkla alakalı dedik güneş ışınlarının dik geldiği şekilde ekrana baktık, olmadı olmadı.
Laptop’lardan akıllı telefonlara yöneldik, oradan da baktık yine hem fikir olamadık. Arkadaşlar arasında çelişmeyi geçtik bireysel olarak sabah sarı- beyaz gördük akşamüstü lacivert-siyah… Koskoca Kim Kardashian bile bu elbise yüzünden aşkitosu Kanye’si ile ters düştü.



Elbise günlerce Trend Topic oldu, konu sosyal medyayı da aştı işin içine biyoloji- retina- ışık dahil oldu. Sonra işin bilimsel kısmını öğrendik rahatladık. Birkaç gün bizi eğlenceli bir tartışmanın içine soktu. Oldukça demode olsan da hayatımıza renk kattın teşekkürler tartışmalı elbise.



Alexander Wang’in Balenciaga’ya, Raf Simons’ın Dior’a ve Alber Elbaz’ın Lanvin’e  Vedaları:

Cümleme fonda hüzünlü bir melodi ile başlamak isterim, mesela: “Dı dı dıııııııı dı dı dı dııııııı dıı dıııııııı”
Valla iş olsun, güç olsun vedalar hep zor. Ben en çok Ton ton Alber’in vedasına üzüldüm yalan yok. O da veda ederken ceketinin cebinden ipek mendilini çıkarıp göz yaşlarını silmiştir eminim. 

Kanye West’in Adidas için tasarladığı Yeezy Boost:

Tüm dünyada aynı gün satışa çıkan sneaker için Türkiye’de de insanlar 04:00’da sıraya girdiler, usul usul Yeezy’lerine kavuşacakları anı beklediler. Tartışmadılar, kavga etmediler hatta oldukça medenilerdi kendi aralarında liste bile yaptılar. Sonra sabah oldu ve yarım saat içinde sneaker’lar tükendi. Sonra hemen giyip tabii ki instagram’da paylaşıp rahatladılar.
Bence bu şekilde eğlenceli olmuyor birkaç ünlü depara kalksın, önden mağazaya giren ünlüler sosyal medyada "Ayyy bir de gitmiş sıraya girmişler değer mi?! " tarzı paylaşımlar yapsınlar.
Biz bunu istiyoruz, moda olan bir şey varsa eğer acı yok Rocky! 

Rihanna’nın Met Gala 2015’te giydiği kostümün sosyal medyada eğlence konusu olması:

Valla Riri’ye hayatta laf söyletmem! Ben de tabii ki kendisinin çok ama çok hayranıyım. Kliplerini ekrana kitlenip izliyorum, şarkılarını hemen ezberliyorum. I love U RİRİ!
Kostümü Tv’de ilk gördüğüm an ben de "Neden? " diye bir sordum yalan yok ama insan karşılıksız sevince onu her haliyle kabul ediyor. Kostümün tasarımcısı olan Guo Pei bu kostümü iki yılda bitirmiş. Emeğine laf yok tabii, ellerine sağlık ama sonra internette yapılan görsellerle Rihanna omlet oldu, pizza oldu hepsi de gerçekten çok komikti.
Rihanna’cığım beni çocukluk yıllarıma da Minik Kuş’a götürdü. Gün güneşli insanlar neşeliiiii…
Konuştuk mu konuştuk, güldük mü güldük.



Ayaklar baş olmuş: Rick Owens'ın Sonbahar 2016 koleksiyonu

"Rick Owens 2016 ilkbahar yaz defilesini Paris’te sergiledi". Bu cümleyi fotoğrafa bakmadan okuyunca her şey ne kadar normal geliyor değil mi? Değil işte. Yaptığı çoğu şey olay olan Tuhaflıklar Kralı Rick Owens, yine kendinden söz ettirmeyi bildi. Son defilesinde kadınların birbirlerini yetiştirme ve kalkındırma kuvvetini konu almış, valla ben on yıl "tabii canım, bunu düşünmüştür kesin" diye düşünsem bulamazdım. Owens, şovuyla hayatındaki tüm kadınların cesur olduklarını vurgulamış çünkü WE CAN DO IT!. Bu düşüncesini heykel niteliği taşıyan bir defile ile bize anlatmış. Yani öyleymiş, ben de onun yalancısıyım…

Ve işte büyük an! 

2015’e damga vuran olayı: Kapanın elinde kalan Balmain x H&M iş birliği:

Davetlilere özel bir organizasyonun bu kadar eğlenceli olabileceğini hangimiz tahmin edebilirdik? Bu iş birlikleri keşke altı ayda bir yapılsa önden davetliler alınsa biz de daha çok eğlensek ne güzel olur değil mi? Balmain’in H&M ile yaptığı bu iş birliğinin internete düşen kısmını bence yıllar sonra da Youtube’dan açıp açıp izleyeceğiz. En önde sporcuları aratmayarak topuklu ayakkabıları ile koşan ünlülerin surat ifadelerinin ekran görüntüsünü alıp Whatsapp’taki kızlar arası gıybet grubumuza atacağız kimse inkar etmesin. Dünyanın en komik ve eğlenceli izdihamıydı :)
Özellikle her şey bitmeye yakın gidip mankenin üzerindeki elbiseyi söken hanımefendi umarım elbisesini çok severek giyiyordur J Ben en çok ona güldüm demek ki o an etraftakiler ne der, ya biri kameraya çekiyorsa gibi detayları düşünemiyor insan. Bi nevi savaş bu, zafer de soyanların! Şimdi instagram’da kim o koleksiyondan bir parça ile fotoğraf paylaşsa aklıma hemen o gürüntüler geliyor, kimleri eleyerek ulaştı o kıyafete resmen emek var diyorum.

 Ünlü ve sosyetik güzellerin birbirlerini ite kaka mağazaya girme savaşları Star Wars’tan daha fazla ses getirdi. Ulaşılabilir lükse ulaşmak bu sefer hiç de kolay olmadı. Valla ben çok eğlendim. Halk ayaklanması sosyetik güzellerin savaşından sonra çok ses getirmedi bence. Asıl eğlence onlarınkiydi. H&M’in 2016’da yeni iş birliği bakalım kimle olacak.

Hepimize muslutlu bir 2016 dilerim! Noel Baba’yı da sabırsızlıkla beklerim J




6 Kasım 2015 Cuma

Zafer İnananlarındır: #HMBALMAINATION


Kaleme, kağıda ve sonuç olarak blog'uma küseli epey olmuş. Ben bu süreçte neler mi yaptım: Büyüdüm. Evet büyüdüm. 


Peki şimdi neden yazmaya karar verdim?
Çünkü hepimizin 'Iyyy görgüsüzlerrrr, zengin ama hala neyin peşindeler!' diye günlerce konuştuğumuz mevzuda ben de eksik kalmayayım dedim.

Olayın bu boyutta olacağı aslında aşikardı. HM'in bu zamana kadar yaptığı en popüler iş birliğiydi. Alexander Wang manyağı biri olarak geçen sene son anda kaptığım birkaç parçanın hikayesini de aslında anlatsam iki saat sürer ama şimdi konumuz Balmain.     

Balmain'in son zamanlarda böyle çılgınca sevilmesinin en büyük sebebi bence Kardashian kardeşler. En az bir kardeşi sosyal medyada takip ediyor olsak, iki günde bir bir Balmain'e maruz kalıyoruz demektir. Bu sebeple her Türk kızının gardırobunda bir Balmain'i olması şart. Bunu çok istemesi de çok doğal.

Öncelikle  bir konuya açıklık getirelim, Nur Yerlitaş ve Fatih Ürek'ten HM özür dilesin. Evet evet dilesin sanki başka ünlü ya da sosyetik o ortamda değilmiş, sadece kıyamam o iki tontiş tüm o ezilme tehlikesini atlatmış gibi lanse edildi. Nurella bunu hak etmedi! Büyük konuşmayayım ama ünlü ya da sosyetik olsam kendimi o kalabalığın içine atacak kadar saçma bir harekette sanırım bulunmazdım. O kadar yardımcınız var, eşiniz dostunuz var ürünler de belli ver ona kartını, parası gitsin alsın. 

İmaj yinetimi: 0

Neyse o günden iki gün sonra halk ayaklanması çıkaracak etkinliğin çılgınlık boyutunu kendi gözlerimle görmek adına soluğu Bağdat Caddesi HM'in önünde aldım. Sıranın uzunluğu karşısında biraz şaşırıp ileriye geriye saçma sapan ne yapacağını bilemeyen biri olarak yürüdüm. Yürürken kaldırım kenarına park etmiş Ferrariler, Lamborghiniler beni daha da panikletti. Kendime bayağı önemli bir şeydi demek bu, keşke ben de mi erkenden gelip sıraya girseydim diye düşündürttü ama sadece beş saniyecik kadar... 




Evet HM'in önündeydim, sıranın en önünü göremiyordum bile, görevliler etrafa bant çekmiş herkesi tek sıra olması konusunda uyarıyordu. Kadın erkek dağılıma baktığımda 70'e 30 tabii ki kadın hakimiyeti vardı diyebilirim. Birkaç kare fotoğraf çektikten sonra Suadiye ışıklardaki arkadaşım olan simitçi amcanın yanına gittim, simidime Nutella sürdürdüm, kahvemi aldım ve hedef kitlemi yakından görebileceğim bir bankta pusuya yattım.

Ben tüm bunları yaparken saat 8:20 civarıydı. Sıranın en önündeki kişi gece 3:30'da gelmiş,  sandalyesi ve yiyecek içecekleriyle... Onu da yadırgamıyorum, ergenlik yıllarımda derbi maçlara bilet almak için biz de az gecelemedik Biletix'in önünde. Teyze demek ki o kadar seviyor ve de istiyor. Belki de satacak, çünkü bu koleksiyondan bir parçaya sahip olabilmek için 3-4 katı parayı seve seve verebilir insanlar. 

Oturduğum konum itibarıyla tam olarak yeni sıraya giren insanları net görebiliyordum. 
Peş peşe 9-10 taksi duruyor, içi içine sığmayan kadınlar hızla HM'e bakıyor sırayı görünce hafif bir hayalkırıklığının ardından hemen sıraya koşuyorlar. Saat 9:00 olunca hesaplarıma göre bundan sonra sıraya girecek olan hiç kimse herhangi bir ürün alamayacak. Ama tabii ki bu hayalkırıklığını onlara yaşatamam, umut fakirin ekmeği kendi görüp bunu bizzat yaşamalı!



Bankta oturduğum süre boyunca yoldan geçen en az dört beş kişi 'Burada ne oluyor?' diye sordu. Ben de  sıradakileri aşağılayarak durumu özetledim. Ay sanki gel Mayni en öne sen geç deseler geçmeyecekmişim gibi :)))

Saat 9:45 olduğunda ben bile heyecanlandım, sıradakiler düşünemiyorum bile... Ve işte büyük an! Ben bir anda kapıları açacaklar ve herkes birbirini çiğneyerek içeri dalacak sanıyordum. meğersem öyle değilmiş. İnsanları grup grup içeri alıp kollarına 15 dakikalık 'Alışveriş Keyfi' ayrıcalığı yaşatacak o kutsal bantları takıyorlar. Yani sabah saat 8'de sırada olan kişi en erken saat 11:00'da mağazaya girip -kaldıysa- bir şeyler alabilecek. 

Bu iş iyice saçma bir hal alıyordu, o kadar bekleyip bir de herhangi bir şey alamayan kadın şerrini bunlar daha önce yaşamamış mıydı? 

Heyecanlı kalabalık grup grup içeri girdi, gururla bilekliklerini bileklerine taktılar. Sonra yerimden kalktım ve HM'in önüne gittim. Ve tabii ki tanıdıklarla karşılaştım (Sevgili tanıdıklar, sizi rencide etmemek için adınızı vermiyorum hadi yine iyisiniz.) onlar saat 12:30'da alışveriş ayrıcalığını yaşayacaklarmış. Valla acı gerçeği onların yüzlerine söyledim, o saate torbası kalmaz üzgünüm dedim.

HM'in yaptığı en büyük hata, parçalara sınır koymaması, herkes iki parça alabilseydi daha çok insana ulaşabilirdi, yanlış yaptı. En öndeki Ferrarililer mağazayı sildi süpürdü. 

Alabileceğim tüm bilgileri elde etmiştim artık olay yerinden ayrılabilirdim. Gittim iki ya da üç saat sonra yine oradan geçtim. Hala kadınlar kavga ediyorlardı, bunun bir haksızlık olduğunu bir daha HM'den bir şey almayacaklarını dile getiriyorlardı. 

Bu acıyla HM nasıl yaşardı? 
Alışacaktı artık n'apalım.

Sonra içerden çıkan tatlış bir kıza, ortam nasıl diye sordum. Harabe dedi. Sadece raflar ve kolları bacakları kopmuş mankenler varmış etrafta. Tam da hayal ettiğim gibiydi. Uzun bir süre ayaküstü sohbet edip dalgamızı geçtik. Tam o sırada içerden bir kadın geçti, elinde üç tane ağzına kadar dolu torba ile. O an tüm bakışlar ona yöneldi. Kadın, zafer gülümsemesini bizden esirgemedi. Dolgu yaptırdığı dudakları da onu mahçup etmedi. Kadın ve dudakları tam kapının önünde onu bekleyen Mercedes'e yöneldi. Sonuç olarak zenginin parası züğürdün çenesini yordu.

Bitti.