23 Aralık 2011 Cuma

2012 Korkma Gel Gel

    Kırmızıyı sevmiyorum, sevemiyorum. Olmuyor işte. Şimdi sağıma baksam Noel Baba soluma baksam köpükle yazılmış 'Hoşgeldin 2012'ler'... Yahu milenyum geliyor iken neler hayal ediyorduk uçan arabalar olacaktı, yemek yemeyecektik haplar olacaktı (Jetgiller hepsi senin suçun), biz hala mağaza vitrinlerine ''Hoşgeldin 2012'' yazıyoruz.

Haddon Sundblum'un Coca-Cola şirketi için hazırladığı çizimlerden biri
                                      
    Kırmızının iticiliğinin sebebi biraz da Noel Baba. Coca Cola'nın Noel Baba'yı şekilden şekle sokması; kırmızıları giydirip, beyaz sakalı da ekledi mi bir numaralı kapitalist Coca Cola içmeye hazır!
Adamcağız Demre'de doğmuş, hayırsever biri iken ne hallerde, öbür tarafta bunun hesabını kim verecek söyleyin bana.
( Neden böyle bir giriş yaptım onu da söyleyeyim çevremde kimse Noel Baba- Coca Cola ilişkisini bilmiyordu, belki sen de bilmiyordun ama artık biliyorsun :), hey Muhtar Kent! what's up maaannnn? )


Şimdi gelelim asıl mevzuya. Klişeliği severim bilirsin, o zaman benim neden 2012 Wishlist'im olmasın değil mi? Sevgili Noel Babacık hediyelerimi sakın bacadan atma zira biz 1. katta oturuyoruz, hediyelerimi 3. katta oturanlar kapar.
Sepet sarkıtırım ben sana zile basman yeter.


Evet başlıyoruz!!!
 Keşfedilecek yeni ülkelerde gidecek uzun yollarım olsun. Yürüyeyim de yürüyeyim...
Yürürken ayakcıklarımda Lanvin sneakers'larım olsun,
Çantam da tabii ki fuşya Cambrige Satchel.
Çantamın içinde Kumm defterim, Küçük Prens'im ve hayallerim de olsun,
Arada bir mola vereyim, okurken kahvemi yudumlayayım, boynumda Mawi kolyem olsun,
Daha da yaratıcı olmam için ilham kaynağım Coco'm da benimle olsun,
Zamanı durdurmam içinse bir Polaroid'im olsun,
En önemlisi gülen yüzüm, bitmeyen yaşama sevincim benimle olsun...



22 Aralık 2011 Perşembe

Nişantaşı Yeni Yıla Hazır

    Aralık. Kıymeti bilinmeden son günlerini yaşıyor sessiz sakin, yağmuru bile minik minik yağıyor, havası üşütmüyor. Bize bir şeyler anlatmıyor mu? Beni de sevin demiyor mu? 
Arkasından gelen ocak herkesin ilk göz ağrısı, ne yapsa da olamıyor onun gibi. Tüm dünya kutluyor ocağın gelişini, peki kimler Allah'a ısmarladık aralık diyor? Kim düşünüyor onu? Aralık hep bir bilinmezin ışığında ilerler durur hem heyecanlıdır hem de korkak. 


    Hüzünlüdür aralık, insanoğlu yine beş yüz yıl yaşarmışcasına ertelemiştir çoğu şeyi bu sebeptendir ki pişmanlık ayı da aralıktır. Bardağı dolu görmek isteyenler içinse umut ayıdır, gitsin istersin hemen sevmediğin günler, saatler... Yeni ufuklara yelken açmak, yeni hayaller kurmak istersin sevdiklerinin de içinde olduğu. Sevinç kaplar içini, güzel olacak her şey dersin, mahçup mahçup bit artık aralık dersin... Dudak büker sana aralık, sen görür müsün? Görmezsin çünkü bakmazsın arkana.


Böyle bir aydır aralık, resmen adı gibi arada kalmış, bitmesi bir dert, gitmesi başka bir dert. Hayat işte aynen aralık gibi. Sen şu an gülüyorsun, peki ya ben ?





 Aralığın gidişine en çok sevinen Nişantaşı'dır. Pek güzel süslenmiştir ocak için. Ocak kıymetini bilecek mi diye hiç düşünmeden. Belki de böylesi daha iyidir çok derini kurcalamadan. Günü hatta anı yaşamak.
Herkese mutlu yıllar, aralığı da sevin.






18 Aralık 2011 Pazar

Yeni Yılda Umutlarımız Işıldasın


    Suadiye Vakko... Cadde'de bir yeri tarif ederken ya Vakko'dan yola çıkılır ya da Şaşkınbakkal Divan'dan, değişmez. Yılbaşı yaklaştıkça en çok O'nun süslemesi merak edilir, beklenir. Ve her zaman sonuç mükemmel olur.

Bir marka için vitrinin ne kadar önemli olduğunu öğretmekte önder olmuş ender markalardandır Vakko...
Fotoğrafta gördüğünüz o insan grubu Vakko önünde fotoğraf çektiriyor. Süslendiği günden beri böyle, mağaza önünü boş görmeniz neredeyse imkansız. Bir de belli saatlerde kar yağdırıyorlar, çoğu insan da kar nasıl yağıyor diye görmeye geliyor.

    Vakko'nun burada yaptığı ağızdan ağıza pazarlama tekniği o kadar başarılı ki...
Yüzlerce diyemeyeceğim, gerçekten binlerce insan her gün köşkün önünde durup, seyredip, fotoğraf çekiyor. Bu fotoğrafları eş zamanlı olarak twitter'da, facebook'ta paylaşıyorlar hem de kendi istekleri ile. Ben Vakko'nun yerinde olsam bu süreçi kameraya alırdım, eminim çok keyifli görüntüler ortaya çıkardı.


Moda Vakko'dur :)


15 Aralık 2011 Perşembe

Kondomun Louis Vuitton ise bebeğe geçit olmaz :)

    Her markanın hayalidir müşterileri tarafından benimsenilip, sahiplenilmek. Herhangi bir kriz anında herkesten önce onlar olaya el atıp savunurlar markayı, en iyi onlar ikna eder karşı tarafı. Bir karşılık beklemeden sadece sevdiği için yapar bunu ''marka elçisi''.


Louis Vuitton... İşte tam da böyle bir marka. Bir kez seni büyülü dünyasına çekti mi kurtulamazsın ondan, hep daha fazlasını istersin, çantan varsa neden cüzdanın da olmasın? Kullandığın çantanın kulbu bal rengi aldıkça sen mutlu olursun, ohh ohh nasıl da orjinal bak eskimiyor derisi sadece renk değiştiriyor dersin (ki Türkler olarak buna da çare bulduk, çakmalar da gayet bal rengine dönüşebiliyor).


    Koşulsuz güvenini kazanan bu marka bir gün prezervatif üretse onu da alır mısın? İşte soru bu.
Aklından ne geçer? Yani sonuçta bu kadar kaliteli bir marka, prezervatifi de kalitelidir yani sıfır risk, alayım gitsin mi? Yoksa salak saçma kadın kadına sohbetlerde muhabbet konusu olsun diye ''dün kendime Louis Vuitton'dan epi deri bir çanta aldım, ay çok utandım ama bir de bir paket şu kondomdan aldım (kahkaha efekti)'' demek için mi?


       
Photo: http://www.louisvuittoncondom.com/


    Tanesi 68$ olan kondomların asıl üretim nedeni Dünya Aids Günü'ne dikkat çekmek. Yapılan işten elbet LV'nin haberi olmuştur ama tamamen LV ile alakasız bir proje, iyi bir işe hizmet ettiği için de ses çıkartmadıklarını düşünüyorum. Tabii ki Louis Vuitton mağazalarında satılmayan kondomları internet üzerinden satınalmak mümkün. Tabii $68'ın senin için önemi yok ise :)


                                  

Chanel, Hermes fanatikleri sizin neyiniz eksik?! Hadi bunun için ayaklanmayacaksınız da ne için ayaklanacaksınız? :)

14 Aralık 2011 Çarşamba

İlaydacan kahve tutacağını ödünç alabilir miyim? Bi kahve içip geleceğim.

    Yeniliklere pek açığım. Hele bir de bu yenilikler yemekle ilgili olur ise değmeyin keyfime!
Tabii bu tanışıklıklarım bazen inanılmaz leziz iken bazen de korkunç bir tecrübe olarak tarihimin tozlu sayfalarında yer alıyor.

Mesela sushi ile ilk tanıştığım günü unutamam, slow motion olarak akıyor bütün görüntüler beynimden. Ağzıma götürüşüm, uzun uzun çiğneyip yüzümü buruşturmam, karşımda oturan arkadaşımın ''hayır Mayni hayır çiğne ve yut sakın çıkartma'' bakışları... Ya o kadar para vermişim bir de bu eziyete daha fazla katlanıp yutacak mıyım? Tabii ki hayır, hemen peçete imdadıma yetişsin, kurtarsın beni. Sağol peçete bazen gerçekten kurtarıcısın.

    Abur cubur uzmanlığımda Prof.'luk mertebesine zaten 10-11 yaşlarımda ulaşmışımdır, çalışan anne babanın çocuğu olmanın kaçınılmaz sonu sanırım... Bakkal amcalar her zaman beni çok sever, ben de onları tabii.
Yeni bir çikolata çıkınca, Mayni bak bu yeni geldi, dene derler. Hemen hemen. Hiç kırmam onları.

Şimdilerde de kahve manyağıyım. Kapitalizmin kahve kölesi benim. Starbucks fişleri dolu çantalarım. Bütçe açığımın tek nedenisin Starbucks!

   Starbucks manyaklığının farkında olan moda markaları da hemen harekete geçmiş, ben ilk gördüğümde yok artık!!! dedim mi dedim.

                  

Evet işte bahsettiğim şey, elimiz yanmasın diye karton tutacak ay pardon Starbucks'ta Türkçe konuşmak yasak nam-ı değer ''sleeve''in geldiği son nokta! Moda dediğimiz tüketim manyaklığımız hayatın her anında satışa çevirecek yenilikler buluyor. Fiyatı 105 Euro olan bu tutacağın markası da Jimmy Choo.
                                                  Jimmy Choo 

Bunu alan çıkar mı ya? demeyin. Kesin... Arkadaş grubunda öne çıkmak konuşulmak isteyen zengin ama salak kız, gün senin günün hadi yine yaşadın!!!

11 Aralık 2011 Pazar

Pepee burada, Kayu Nerede???

    ''Şimdi ki bebekler internet, ipad, iphone ile doğuyorlar.'' cümlesinden o kadar sıkıldım ki... Bu cümle facebookta oynadığınız bir oyun için gizli puan mı veriyor? diye ciddi ciddi kuşkulanmaktayım. Neymiş efendim çocuk eline iphone vermeden susmuyormuş, maç izlerlerken TV'nin yanına gidip ekranı sürüklemeye çalışıyormuş. Yahu o maç oynanırken tüm sosyal medyacılar aynı mekanda mıydınız?

Miniklerin bu kadar erken yaşta teknoloji ile tanışmalarına karşıyım, legolarla oynasın, arabaları birbirine çarpıştırıp ağzıyla efektler yapsın, salak saçma klipleri izlesin neler oluyor yahu? desin hayatı sorgulasın:)

Elbet hepsini öğrenecek ve gün gelecek hepsine ''mecburen'' sahip olacak...

    Bu sebeple Pepee'yi çok seviyorum. Hem ''yerli malı, yurdun malı herkes onu kullanmalı'' prensibim nedeniyle hem de çocuklar için oldukça eğlenceli. Pepee'nin söylediği şarkıları ezberledim bile, favorim tabii ki ''İki ekmek aldım'', o kadar içten söylüyorum ki yakında bu şarkıyı Pepee ve Müslüm Gürses düeti ile dinlemek bile isteyebilirim.

Daha dinlememiş olanlar için:



Pepee'nin hayatımıza girince Kayu salağına olan ilginin azalması da başka bir mutluluk sebebim. Ya çocuklar demiyor mu Keloğlan çakmasının adı Callilou gibi bir şeyken neden Kayu diyoruz diye? Biz ki yıllarca Ceyar'ın JR. olduğunu anlayamadan yaşamış bir milletiz.

Neyse hemen bir Pepee videosu izleyeyip sakinleşeyim :)



Kayu nanik nanikkkkk :)

Biri sürpriz mi dedi? :)

    Bir erkek düşünün ki tuttuğu takımının Şampiyonlar Ligi finali var ve sizinle klasik müzik konserine gelmeği kabul ediyor. Benim gözümde bu erkeğin zerre kadar değeri olmaz ama çoğunluk için konuşmak gerekirse bu adamı al evde vitrine koy, robot gibi kullan, ne çok sevmiş seni, bir dediğini iki etmemiş.

Bu video sevgilileri kırılmasın, kavga-gürültü çıkartmasın diye bir dediğini iki etmeğen tüm erkekler için gelsin...

Ki ben izlediğimde gözyaşlarıma hakim olamadım, CL müziğinin bende bu tarz bi etkisi var, aklıma hemen Sevilla maçı geliyor da...

Hadi bakalım izleyin ve kocaman gülümseyin :o)

Bora Aksu'dan bir ''Armaggan''

    Bazı insanlara o kadar saygı duyuyorum ki onlarla karşılaştığımda tepki ve sevgi göstermek ister iken bir anda tepkisiz kalıp, donuyorum. Dün de kursta aynen bu durumu yaşadım, sınıfa girdim, kendime kahve alırken ''Merhaba ben .....'' dedi, ben de gayet uykudan uyanmış, mahmur kız ses tonunda ''ben de ben'' dedim, geçtim oturdum yerime. Sonra tak, tuk, tik, tak sesleriyle birlikte beynimde bulunan mini jeton hareketlendi, kahvemden bir yudum almam kendime gelmemde yardımcı aktör oldu, yudumumu yuttum ve ayağa fırladım! ''Sen O'sun'' diye. O da sevindi ''Yaşasın beni tanıyanlar var'' diye.
Sonra başladık sohbete, o konuştu, ben kafa salladım. Sonra da zaten ders başladı...

Moda sektöründe karşılaşmak, tanışmak istediğim insanlar bir elin parmağını geçmez, tabii ki hepimizin liste başı Hüseyin Çağlayan'dır. Kendisi gerçekten modaya yön verenlerden olma yolunda emin adımlarla ilerliyor ve biz ülkece yalnızca izliyoruz...

Bir diğer yıldızım da Bora Aksu, kendisi Londra Moda Haftası kapsamında 4 yıl üst üste ''En Başarılı Genç Moda Tasarımcısı'' ödülünü aldı. Yaptığı işler o kadar kendine özgü ki, yaratıcılık bitti diyenler için kendisi başlı başına tokat gibi cevap.

Ve kendisi şimdi Armaggan ile işbirliği yaparak 40 parçadan oluşan harika bir koleksiyon ile karşımızda!
 
    
    40 parçadan oluşan koleksiyonda yazma, oyalı kumaşlar ve ipekler Armaggan'ın atölyelerinde elde işlenmiş.
   Bora Aksu- Armaggan- El işmesi ipekler, yazmalar hepsi Voltran oluşturunca fiyatlar konusunda beni bir korku, panik sarmıyor değil ama ne de olsa alamayacağım için benim çeneciğimin yorumlasına ne gerek var değil mi?