Dünya üzerinde yemekleriyle özdeşleşmiş şehirleri hep
sevdim. Yemek yemenin mutlulukla kesin bir bağlantısı olduğunu düşünenlerdenim…
Gaziantep’e gelirken de ajandama aldığım notlara baktığımda
üç restoran başına bir müze ya da tarihi yer düşüyordu. Antep’e direkt olarak
yemek yemeğe kanalize olmuş bir şekilde vardım. Hedeflerim belliydi, tüm
hepsini yiyecektim ve zafer benim olacaktı!
Mutlaka görülmesi ve de tadılması gereken yerler turumda ilk durağım tabii ki incecik açılmış
yufkanın antepfıstığı ve kaymakla buluşmasıyla nam salmış “Katmerci Zekeriya
Usta” ydı. İstanbul’da yediğimiz fıstıklı katmerlere nazaran daha az şekerliydi.
Sıcakkanlılığıyla tam bir Antepli olan Mehmet Usta’ya bunu söylediğimizde
“Fıstıklı katmer budur, içine başka bir şey katarsak o artık bizim katmerimiz
olmaz.” dedi ve son noktayı koydu. Biz
de uslu uslu katmerimize yumulduk.
Sonrasında “İmam Çağdaş”la “et” açılışımızı yaptık. Popüler
yerlere her zaman kıl olan beni çok şaşırttı. Garson Amca “olayı bana bırakın”
dedi ve kendimizi kebapların akışına bıraktık… Önce salatalar geldi, sonra
fındık lahmacun adı altında İstanbul’da yediğimiz kadar büyük bir lahmacunla
açılışı yaptık. O kadar lezzetliydi ki “İkincisini söylesek mi?” diye
düşünmeden edemedik. İçecek olarak çömçe eşliğinde ayranımızı kaşıkladık.
Bu arada çömce, kepçenin minik kardeşiymiş.
Daha sonra dillere destan bir Ali Nazik geldi. Aman Allah’ım “lokum gibi”
tabirini Antep’te her et yediğinizde cümle içinde kullanıyorsunuz. Sofradaki
küncülü ve Antep peynirli pideler küsmesinler diye arada onlardan da ağzıma
atıyorum. Küncü, Gaziantep’te susam demekmiş. Sonrasında masanın maestro
şefiyle tanışıyoruz: “Küşleme”. Küşleme az geliyor, tadımlık gibi. Nedenini
sorduğumuzda, öğreniyoruz ki küşleme, koyunun omurgasının iki tarafından uzanan
yaklaşık 15 cm uzunluğunda sinirsiz olan bir et.
Yumuşacık, adeta bir pamuk
tarlası, küşleme yerken Magnum (dondurma olan) reklamlarına taş çıkarırsınız,
öyle bir lezzet… Küşlemenin yanında sönük kalmamak için tüm hünerlerini bize
sunan Altı Ezmeli, Patlıcan Kebabı, Soğan Kebabı da oldukça leziz. İstanbul’da
daha önce tatmadığım Simit Kebabı da Antep yöresine haz bir lezzet. Çok yoğun
et yemekten hoşlanmayan için Simit Kebabı’nı mutlaka denemeliler.
Antep’in meşhur yerlerini gezdikten sonra Tahmis Kahvesi’ne gidiyoruz. Kahve delisi olduğum için bu kahvenin tadını çok merak ediyordum.
Tahmis Kahvesi’nin kısaca tarihinden bahsetmek gerekirse 1635-1638 yılları arasında yapılmış. “Tahmis” kahvenin dövüldüğü yer anlamına geliyormuş. Kahveden içeriye adım attığınızda bu tarihi dokuyu hissetseniz de artık popülerliğin verdiği yetkiye dayanarak meşhur bir kafe olmuş… Menengiç kahvesi benim için tam bir hayalkırıklığı olsa da Antep’e gelip de bu kahveden içmeden gitmek olmazdı, yarısına kadar içebildim.
Antep turumda ilk gün öğle yemeğinde tüm bu lezzetleri
mideme indirince akşama yemek yiyecek yer kalmasa da en azından baklava
yemeliyim diyerek şöbiyet tarihinin tekrar yazıldığı Zeki İnal’a doğru yol
alıyoruz. Şerbetli tatlılarla sütlülerle olduğu kadar aram olmasa da Zeki İnal’ın
şöbiyeti damağıma resmen bir şölen yaşatıyor. Şerbeti az, fıstığı bol…
Porsiyonda 4 tane olmasına rağmen daha çok yemek istiyorsunuz.
Antep’te et yenilmediği öğün doyulmadığını belirtiyorlar, hal böyle olunca sabah kahvaltısı
için erkenden kalkıp Beyran içmek için tek adres olan Metanet’e gidiyoruz.
Metanet sabahın sekizinde bile dolu, buna ben dışında kimse şaşırmıyor tabii
ki…
Beyran çorbası, bizim bildiğimiz paça çorbasına çok
benziyor, Beyran’da etler daha yoğun ve içinde pirinç var. Sabah öğünü için
gayet yoğun bir tat! Özellikle içindeki yoğun sarımsak gün boyu “Acaba kokuyor
muyum?” hissiyatı da yaşatmıyor. Bu kentte garip bir şekilde ne sarımsağı ne de
soğanı koku yapmıyor. Yemeklerden zevk almak için bir neden daha!
Beyrandan aldığımız enerjiyle görmemiz gereken yerlere doğru
yola koyuluyoruz.
Ve işte yine yemek zamanı geldi… Yine nam-ı tüm Türkiye’ye
ulaşmış, En İyi Kebap Top 3 listesinden düşmeyen “Kebapçı Halil Usta” ! Halil
Usta’nın da spesiyali küşleme idi. Artık onun lezzetine alışkın olduğumuz için
hemen midemize indirdik. Simit kebabı ve kuşbaşı da güzeldi ama dillere destan
olan lezzeti bence salatasıydı… Sofraya oturur oturmaz metal taslarda gelen
salatasını salatacı biri olmayan ben için bile tarifsizdi…
Yazıyı yazarken bile acıktım. Güzel şehirsin Antep. Yine
görüşürüz umarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder