31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 Yıldırdın Beni

    Bu sene wish list yok zaten yazdığım çoğu şeyin olması için ya piyangonun çıkması gerekiyor ya da CEO olmam... Bu sebeple kendimi kandırmıyorum 2013'de daha gerçekti olacağım daha az hayalperest.


Bu sene tek bir şey diliyorum, 2012'yi hayatımın en kötü senesi olarak tarihin tozlu raflarına bırakayım, bundan sonrası benim için güzel olsun. Sadece bunu diliyorum anlıyorsun değil mi?




2012'nin en harika videosuyla bu yılı uğurlayalım, herkese bu videoda evlenme teklifi alan kızın videoyu izliyorkenki hali gibi kıpır kıpır, musmutlu ve de içten bir yıl dilerim.

Yeni yıl umutlarla gel...



25 Aralık 2012 Salı

Nişantaşı Kurşun Askerlerle Yeni Yıla Hazır

    Kurşun Asker masalını her anımsadığımda içim burkulur. Gözümün önüne hep Kurşun Asker eriyorken gözlerini prensesten alamaması gelir. "Kurşun Asker korkunç bir sıcaklık hisseder ama bu sıcaklığın alevlerden mi yoksa aşktan mı olduğunu anlayamaz." 

Yahu böyle çocuk masalı mı olur? Bak şimdi aklıma ben ortaokula gidiyorken yayınlanan "Böyle mi Olacaktı?" dizisi geldi, bu dizide de maşallah kızların başına gelmeyen kalmıyordu.
Neyse ben konuma geri döneyim, Kurşun Asker masalını hala bilmeyen var ise bir zahmet bir okusun sonu oldukça acıklı bitse de "İşte Sevginin Gücü" dedirtiyor. Yalnız yetkililere sesleniyorum, masal dediğin mutlu sonla bitmeli daha 3-4 yaşlarımda beni neden kederlendiriyorsunuz?







Kurşun Asker'in yeni yıl ile olan bağlantısını hala çözememiş olsam bile yüzü gülen Kurşun Askerler için sevindim, bulundukları mekan güzel, geleni geçeni çok, kutu içinde alt alta üst üste durmaktansa Nişantaşı'nda takılsınlar :)



Nişantaşı her yeni yıl geldiğinde merakla bu yıl acaba neler olacak diye beklediğim tek yer, Avrupa'da bile bu kadar itinayla süslenen başka yer var mıdır  bilemiyorum ama Mustafa Sarıgül bu işi iyi biliyor.

23 Aralık 2012 Pazar

Güle Güle Selülozik Newsweek

    Okunmuş gazeteyi okumayı sevmiyorum. İkiye katlı gazeteyi ellerime alıp, kat yerinden açıp o potluğu sallayıp düzleştirmek bile hoşuma gidiyor (Betimlememi beğenmediyseniz/anlamadıysanız okunmamış bir gazete alıp bu süreci yaşayabilirsiniz). 

İnternetten gazete okumayı da sevmiyorum. Özellikle köşe yazısı okuyamıyorum. Köşe yazısı dergide, gazetede okunur bilgisayardan okunmaz, okunmamalı. Bu sebepledir ki Newsweek'in 2012 sonu itibarıyla artık basılmayacak olmasına üzüldüm. Bu yayıncılık açısından milat olacaktır.

Selüloz kaynaklarının gitgide azaldığı yani ağaçların da azalacağı bu sebeple kağıdın lüks tüketime gireceği efsanesi yayılıyorken Newsweek'in bu hamlesi "demek ki var bir şeyler" dedirtti.

Newsweek'in açıklamasına göre derginin reklam gelirlerinin azalması ve okuyucu kitlesinin bilgisayara ve mobile yönlenmesi bu kararı almalarına neden olmuş.


    Bir devrin daha sonu diyelim, Newsweek 80 yıllık selülozla olan ilişkisini bitiriyor. Son sayısının kapağında #lastprintissue hastag'iyle güzel bir sonun başlangıcı yapmışlar.


21 Aralık 2012 Cuma

Vakko Köşkü 2013

    Çocukluğu Bağdat Caddesi'nde geçen herkes için yeni yılın gelişi Vakko Köşkü'yle belli olur. Her sene süsü, ışıltısı, suni karı eksik olmaz. Blogumda da üçünçü kez Vakko Köşkü'nün yeni yıl fotoğraflarını koymuş olacağım ve bir kez daha zamanın su gibi akıp geçtiğini fark edip hüzünleneceğim.

Geçen sene de söylemiştim, Vakko ekibi köşkün balkonuna kamera yerleştirse Köşk önünde fotoğraf çektirenleri kaydetse ve sonra yeni yılda bunu barkovizyonda yayınlasa bence çok konuşulur. Bunun maliyetinin de Vakko için çok fazla sorun teşkil edeceğini sanmıyorum diyeceğim ama süsleme geçen seneden pek de farklı değildi. Bu sene pek masraf etmeyelim ne yapsak zaten en iyisi oluyor mantığıyla kendilerini tekrarlamışlar. Yapacak bir şey yok idare edeceğiz işte :)







11 Aralık 2012 Salı

Elimde çok fazla pişmanlık var, isteyen?

Benim upuzun bir pişmanlık listem var.
Daha kullanılmamış tuvalet kağıdı rulosu kadar kalın. 
Geri dönüşü olmayan, zamanı geçmiş pişmanlıklar.
Pişmanlık öyle bir şey ki geçiyor, gidiyor sanıyorsun ama içine mıhlanıyor.
Birçok şey için çok pişmanım, keşkeler'den nefret ediyorum.
Listem sadece kabarıyor ben sadece uzaktan, yarı açık gözlerimle izliyorum...

Kamusal pişmanlıklarımın top 3 listesi:

Çocukluktan kalma en büyük pişmanlığım Barış Manço... Adam Olacak Çocuk'a neden gitmedim, neden O'na sıkıca bir sarılmadım, neden hadi hediyelerinizi alın dediğinde hızlıca koşup en kocaman paketi kapmadım...

Sonra Lefter... Dede kavramına hakim olamayanlar için futbolcudan çok öte olmuş Ordinaryus... Ben nasıl gidip bir kez sarılamadım, bir fotoğraf çektirmedim... 

Şimdilerdeyse İnci Pastanesi... Daha on, on beş gün önce yolum Taksim'e düştüğünde İnci'nin önünden geçerken "Hadi bi profiterol patlatayım" diye içeri yönelirken "Saat geç oldu ya trafiğe kalmadan karşıya geçeyim." dedikten sonra kapının eşiğinden döndüğüm yer.
Keşke yeseymişim, keşke profiterolümün fotoğrafını çekip twitter'a, sağa sola yükleseymişim. Keşke cebime bir anı daha atsaymışım.

                                 

Hayat çok kısa, ertelemek konusunda profesörlük mertebesine erişmiş biri olarak arada böyle geliyorlar işte daralıyorum, bunalıyorum.

Unutmamam gereken şu: Hayat sadece kurulmuş saati erteleyince güzel.


7 Aralık 2012 Cuma

Elle Style Awards 2012

    Elle Style Awards'ı battaniyemin altında üçlü koltuğa uzanmış elimde patlamış mısırımla izledim. Kırmızı halı sunucuları Nefise Karatay ve Alexandre Kokoskeria (böyle mi yazılıyor adı google'lamakla uğraşamayacağım) idi. Elle Dergisi yetklilerine soruyorum: "Yarım yamalak Türkçe konuşan birini neden sunuculuk yapmasını istersiniz?" cidden ben mantıklı bir açıklama bulamıyorum. 


Nefise Karatay'ın tuvaleti Arzu Kaprol. Arzu Kaprol gerçekten harikalar yaratan bir tasarımcı, ödül vermeye sahneye çıktığında da asillik akıyordu kendisinden, seviyorum :)

Nefise Karatay'ın yabancı konukların hepsine "Welcome" dedikten sonra kurulmuş plak gibi "What do you think about ESA?" diye sorması çok komikti. Sunucuların aynı anda konuşmaya çalışması da bir insan önceden hiç mi çalışmaz diye düşündürttü. 

    Gelelim Tanem Sivar'a... Geçen sene Cansel Elçin ve Burcu Esmersoy gecenin sunuculuğunu üstlenmişlerdi. Cansel Bey geceyi tek kelimeyle "katletmişti". Bu sene tek sunucu olsun demişler fakat yine yanlış seçim yapmışlar. Tanem Hanım canlı yayın insanı değil, malesef yine olmadı.

Tamer Yılmaz sahneye çıkana kadar ortam oldukça gergindi, ne zaman kendisi sahneye ayak bastı ortam ısındı. Bu kadar pozitif bir insanı neden sunucu yapmazlar anlamıyorum...

Geceden Notlar: 

1- Tanem Sivar jüri üyelerini sayarken Nebahat Çehre'yi saymayı unuttu, törenin ortalarında eline tutuşturulan kağıtla bunu öğrendi ve hatasını "tatlı bir şekilde kıvırmaya çalışarak" düzeltmek istedi, tabii ki Nebahat Çehre bunu yemedi :)

2- Nebahat Çehre tuvaletinin tasarımcısı olan Elif Cığızoğlu'nun adını yanlış söyledi, çok ayıp etti.



3- Kırmızı Halı'da Pınar Altuğ ve eşi ile sohbet edilirken Yağmur Bey neden orada olduğunun farkında bile değildi (Pınar Hanım elinden tutup sürüklemiş sanırım). Pınar Altuğ Arzu Kaprol tuvaletini törene gelirken cuğurlamış sanırım, nasıl bu kadar kırıştırmış anlamadım.




4- Törende Stil İkonu olarak Burcu Esmersoy seçildi. Buram buram torpil kokan bir ödüldü bence. Derin Mermerci ya da Ezgi Kıramer seçilmeliydi. Bu gece için Zeynep Tosun imzalı takımına bayıldım o ayrı :)



4- Hadise erimiş, bitmiş ve de fitmiş. Tamam anladık ama böyle eskiden arabaların ön kısmına koyulan kafa sallayan oyuncaklara benzemiyor mu? Elbisesi Victoria Beckham imiş.



5- Gecede bir de evlilik teklifi vardı. Genç tasarımcı arkadaş çalışmış ama yetersizdi. Madem bu işe kalkıştın daha yaratıcı olabilirdin, beğenmedim.

6- Veee gecenin yıldızı hatta gök taşı Buse Terim... Net fotoğrafı hala nete düşmedi ondan  bununla yetineceğiz. Ne söylesem az... İşte babasının kızı.



5 Aralık 2012 Çarşamba

Erkekler Böyle Giyinse...

    Çok beğendiğim blogger kadınlar var, ilgiyle takipteyim. Bir de "Allah'ım biri şu kızcağıza giyinmeyi öğretsin ya da çabalamaktan vazgeçsin lütfen." dediklerim. Neyse isyanımı bir kenara bırakır isem şu soğuk kış günlerinde beğendiğim blogger'ların giydiklerine baktığımda incecik bir bluz ya da t-shirtle gördüğümde hem içim ürperiyor hem de sinir oluyorum. Ben hiçbir zaman güzellik uğruna üşümeyi göze alamadım, alamam...

    Sokaklarda çok fazla zaman geçiren biri olarak üşümek benim en büyük düşmanım, şişme kaz tüyü montumla Robocop gibi dolanıyorum, berem başımdan eksik olmuyor. Bu kombinime çok soğuk günlerde atkım ve de eldivenlerim de eşlik ediyor. Kış benim için sadece üç ay sürmüyor iliklerim ısınana kadar kalın giyiniyorum :)

Bu aralar kadın şıklığının yanında bu erkek şıklığına takmış durumdayım. Nette sürekli yabancı blogger erkekleri takip ediyorum, en çok çanta ve ayakkabılarına bayılıyorum. İşte size birkaç örneğim...


Yolda yürürken bu beyfendiyle karşılaşsak ne güzel olurdu değil mi?


Wuhuuuuuuuu bu çocuğu takip bile ederim, en azından arkadaş oluruz yapcak bir şey yok :))


Bir insanoğluna fuşya kazak ancak bu kadar yakışır, ba-yıl-dım!


Tabanı renkli oxfordları çok beğeniyordum taaa ki herkeste olana kadar ama yine de başarılı. Gözlük kardeşiyiz bu beyfendiyle :)


Tabi her zaman modaya kurban olan kadınlar olmuyor, işte size ibretlik bir örnek! O şalı olmasa belki ama ne bileyim olduramamışsın be dostum, bizımla değilsin...


30 Kasım 2012 Cuma

Mavi Önlüğüm Vardı Benim.

    İlkokul birinci sınıftayım. Birinci sınıfta okuyorum ama daha beş yaşındayım. Olan bitene anlam veremiyorum, ki annem ve babam öğretmen. Okul benim için anne ve babayla arada sırada gidilen, herkesin sana ilgi gösterdiği toplama kampımsı bi yer...

Garip bir durum; ki ben sürekli aynı sınıfa gidip, aynı sıraya oturuyorum, annem sadece bazı tenefüslerde yanıma geliyor sonra gidiyor. Bu şuursuzluğum sanırım ilkokul üçüncü sınıfa kadar sürdü. Her şey çok saçmaydı burada benim ne işim vardı? Öğle tenefüslerinde yemek yedikten sonra kızlı erkekli grup kovalamaca oynardı amaç kızların önlüklerinin bağını çözmekti. Böyle saçma oyun mu olur yahu diye düşünür bankta oturup onları izlerdim. 
Taaa o zamanlardan başlamış banklara olan sevgim... Okulu hayatım boyunca sevmedim ama hayatım boyunca da hep okudum...

    Kendi içimde tüm bu kaosu yaşıyorken şimdilerde düşünüyorum ben nasıl okumayı sökmüşüm, aferin bana.

Şimdilerde okulda serbest kıyafet dönemi başlıyor. Merhaba her sabah evde yaşanılacak sinir stres, merhaba o marka kazağı-gömleği olmadığı için dışlanacak çocuk...

    Çocuklar can yakmayı severler bazılarıysa bununla beslenir ama garip olanı şu ki hayatta hep onlar kazanırlar. Çeteleşmenin farklı örneklerini göreceğimiz bir süreç yaşayacağız. Umarım bu saçma karar kalkar diyeceğim ama artık çok geç...



      Mutfak Sanatları Akademisi'nin bu afişi beni gülümsetti. Başarılı bir çalışma olmuş :)


27 Kasım 2012 Salı

"Yılbaşında Ne Yapıyorsun?" sorusunu sormak yasaktır

    Aralık geldi çattı. Sanırım hayatımda ilk kez geldi çattı yazıyorum. "Geldi çattı" ne kadar çok "ne diyorsun sen çaaat"a benziyor değil mi? (ahahah burada kendi yazdığım saçmalığa ciddi güldüm)

Aralık ayını geçiş dönemi olduğu için sevmiyorum, doğru düzgün plan yapılamıyor, her şeyi bir garip, yeni yıl o kadar baskıcı ki aralık kendisini bir türlü ön plana çıkartamıyor hep gölgede kalıyor. Aralık sen kişiliksiz misin silkin ve kendine gel! 

    2012 o kadar kötüydü ki 2013'e çok bel bağladım. Sonu 13, millet uğursuzluğuna inanıyor bari bana faydan olsun her şeyim ters ya bu sebeple şimdi benim yılım geliyor gibi hissetmek istiyorum.

2013, 1987 yılından beri dört basamağının da farklı rakam olacağı ilk yıl olacak (gereksiz bilgi kuşağım). 

Şu an Starbucks'dayım. Yeni yıl için hazırlanan cd sanırım üçüncü kez başa sardı. Cıngıl bells'in bin türlü cover'ını dinledim. Bir ay daha bu cd'yi çalacaklar, barista arkadaşlar ağır buhran geçirecek gibiler...

Yeni yıl demek alışveriş demek olduğu için İngiltere'de en iyi Noel reklamı kazanmış bu tatlı video'yu ben de çok sevdim. Kapitalizm kardan adamcağızı bile ele geçirmişse beni ele geçirmiş çok mu a dostlar? :)




19 Kasım 2012 Pazartesi

-Son-bahar

    
Seni seviyorum sonbahar. Toprak kokunu, ağaçların fazla yükünden kurtulurmuşcasına döktükleri yapraklarını, yeşilden kahverengine dönen doğanı... 
 Üç mevsim sonra görüşürüz...

Sonbaharda


Kurumuş yaprakların hışırtısıyla sokaklarda amaçsızca yürümeyi,


Sonrasında bir bankta oturup, esen rüzgarla uçuşan yapraklar eşliğinde kitap okumayı,


İçim ürperdiğinde ve parmaklarım üşüdüğünde kahvemden bir yudum almayı


Aniden bastıran yağmurda şemsiyemi döven damlalara kucak açıp onların tıkırtısını dinleyerek yollarda yürümeyi

SEVİYORUM....






Karalama bir ki...

    Öyle bir "an" geliyor ki kendimi Mecidiyeköy'de yayalara kırmızı ışık yanıyorken karşıya geçmeye çalışıyormuş gibi hissediyorum. Tam bir kaos ortamı, geri dönmekle ya da  ilerlemenin belirsizliği, beyne doğru komutun gitmesini engelleyen korna sesleri ve insan seli... Bazen her şeye öyle bir yabancılaşıyorum ki kendimi bir köpek kulübesine kapatmak ve sadece uyumak istiyorum. Hiçbir şeye anlam veremiyorum...

    Hayatı böyle durumlarda alt yazısı yarım yamalak bir Fransız filmine benzetiyorum. Anlamak istiyorsun, aktör peş peşe en az beş cümle kuruyor ama alt yazısı sadece "Evet, biliyorum." oluyor. Romantik bir aşk film, aptal aptal sırıtarak izleyeceğim içim mutluluk dolacak umuduyla televizyon başına oturuyorsun sonrası ızdırap, "Burada ne demiştir acaba?" diye düşünüp olayı çözme çabam senaristliğin ilk adımı oluyor.

Bir de dünya üzerinde Fransızca kadar komplike ve de insanı yoran başka bir dil var mıdır (Latince bir de ) onu da bilmiyorum ama Fransızca konuşulan bir ortama girdiğimde "ça va?", "ça va" ve tekrar "ça va?" ve yeniden "ça va " diyerek günü kurtarabileceğimi düşünüyorum.

Şu an neden yazıyorum cidden bilmiyorum, konuyu nereye bağlasam diye düşünüyorum o da yok. 


Tamam sustum.







JLo ve Popo'sunun Ardından...

    JLo'nun ardından benim de bir şeyler karalamak boynumun borcu. Beklentimin üzerinde harika bir performans sergileyen JLo o kadar tatlıydı ki dünya starı olduğunun farkında değil izlenimi bıraktı. Oyunu kuralına göre oynamayı çözmüş gerçek bir profesyoneldi.


    Ülkemizde böyle başarılı etkinliklere pek alışık değiliz, en fazla görebildiğimiz Ajda Pekkan'nın alüminyum folyo ile sarılmış vinç tepesinde turmalası olunca Jennifer Lopez konser esnasında tepki ölçmek için bir şeyler söylediğinde çoğumuz ağzımız zaten açık olduğundan tepkisiz kaldık.


Aklı başında bir insan böyle bir şeyi nasıl kabul eder ya da bu fikri kim bulmuş ise hala Ajda'nın ekibinde çalışıyor mudur cidden merak içindeyim. Cüneyt Arkın'dan rol çalar gibisin Ajdacım. "Dünyayı Kurtaran Ajda"

Rihanna ve Madona'dan sonra iyi ki gitmişim dediğim harika bir zaman dilimiydi. Poposuyla nam salmış bir dünya starı diye dalga geçerdim ama artık o popoya cidden saygı duyuyorum. Yine gel JLo olur mu?






16 Kasım 2012 Cuma

Hoş gelsin sana yeni hayat...

    Lise 1'in ilk günü... Ortaokul kadrosundan farklı olarak sınıfa yeni bir kız gelmiş, hepimizin pileli okul eteği dizimizin bir karış üzerindeyken onunki tam tersi. Çömez olduğu daha buradan belli. Eli, yüzü düzgün maşallah boyu da var. İlk izlenim bu kadar.

    Lise son... O kız ile kakara kikiri keyifli, zaman su gibi akıp geçiyor, eğleniyoruz. Zaten çok şeyin farkında değiliz ne de olsa ergeniz.

    Farklı üniversiteler, yaşanmışlıklar... Ayda bir Cadde'de buluşup günü kurtarmalar, sınırlı paylaşımlar...

    Düğün... Üniversiteler bitiyor, o kız hayatın başka bir kulvarına zıplıyor ve evleniyor. Hala bilinmezlik var... Mutlu mu, mutsuz mu? Hala görüşüp güzel zaman geçiriliyor; eski günler, eski aşklar yad ediliyor artık büyüdük...

    Karakterimiz oturuyor... Yıllar geçiyor, ikimizin de cepleri keşkelerle dolu... Ama şimdi biliyoruz ki o keşkeler bizi biz yapıyor, zaman zaman kavuruyor, büyütüyor.

İtiraf... Sonra o kız sonunda kalbini açıyor. İlk kez tüm bilinmezliklerini bilinir hale getiriyor. Puzzle'ı tamamlıyor. Şaşıp kalıyorum yaşanmışlıklarına... İlk kez onu tanıdığımı hissediyorum... Ne güçlü bir kızmış, ne olgun...

Şimdi... Onu tanıdığımı sandığım yıllar geride kalıyor artık onu tanıyorum, onun ne istediğini bundan sonra hayattan ne beklediğini biliyorum. Ona kızıyor muyum yeri geldi mi evet çünkü onu çok seviyorum.

O kızın yeni hayatının ilk günü bugün, bizim için doğum günlerinin pek manası yoktu, hala da yok. Çizilen yolların önemi var, yeni başlangıçların...

Kaç yıl oldu saymıyorum önemi de yok çünkü önümüzde uzun bir ömür var. Doğrularımızla, yanlışlarımızla, bazen de kavgalarımızla hep ama hep el ele yürüyeceğimizi biliyorum.


İyi ki doğmuşsun!





9 Kasım 2012 Cuma

TED

    Küçükken çok sevdiğim kum oyuncaklarım vardı. Ablam ve arkadaşları benim etrafıma kumdan kaleler yaparlardı, bende içinde oturur içine doldurdukları su ile oynardım. Sakin, sessiz bir çocuktum eldeki imkanlarla yetinmeyi bilirdim. Bu durağan halim anneannemle takılmaktan kaynaklanıyor olabilir zira anneannemle sohbetlere gider, saatlerce kadınların bulunduğu ortamda yere oturur, elime tutuşturulan mendili katlar katlar katlardım.

    Bir gün annem ve babam eve Noel Baba'dan rol çalar vaziyette geldiler. Ablama uzun zamandır istediği en pahalı gitarı, bana da çok nadir bulunan lahana bebeği (adı Emilie idi) ve benim boyumda pembe ayı almışlardı. Başka şeyler de vardı ama beni ilgilen kısımı anlatmak için yeterli.

Emilie'nin yanağında minik bir kalp vardı, ilk gözüme çarpan gerçeklikten uzak kısmı bu idi. Sonra saçları yeşildi, ben minikken yeşil saçlı punkçılar da yoktu bu sebeple yine gerçek olma ihtimalini yitiriyordu. Emilie ile iletişim kuramıyordum, ona mama yediremiyordum. Emilie ile aramıza kara kedi girmişti. Emilie bizden biri değildi. Emilie dolabımın en üst rafında başka bir çocuğun olana kadar yalnızlığa terk edilmişti. 

Eldeki imkanlarla yetinip kendime yeni oyun arkadaşları bulmalıydım. Sonra babamın pazardan aldığı kocaman greyfurtları keşfettim. Tükenmez kalem ile istediğim yüzü yapıyor, nasıl olacağına ben karar veriyordum (yanaklarına çil yapıyordum kalp şekline gönderme yaparak).

Bazı sabahlar greyfurtlarım uyandığımda yanımda olmuyordu, anneannem alıp mutfağa götürüyordu ya da greyfurtum yaşlanıyordu, bu sebeple kesiliyordu. Kış mevsimi boyunca greyfurt arkadaşlarım oluyordu, bunu seviyordum.

Yine yazdıkça yazmışım daha asıl konuma bile giremedim :)


    Dün gece izlediğim "Ted" beni yine o yıllarıma götürdü. Kana, cana gelen oyuncak ayı ve onun sahibi yani en yakın arkadaşının hikayesi :)


Hayal dünyası geniş herkesin aklından en az bir kez geçirdiği bir şeyin sinemada da olsa hayat bulması izlerken çoook keyif almama neden oldu. 

Tabi Emilie kana, cana gelse yine bundan memnun olur muydum işte ondan emin olamadım :))

En sevdiğim filmler listeme hoş geldin Ted.




31 Ekim 2012 Çarşamba

Hayalimdeki Aşk - Ruby Sparks

    "Hayalim", "Hayalimdeki", "Hayallerimde"... Bu kelimeler benim dilcağızıma resmen pelesenk olmuşlar. Hayal dünyası ne geniş kızım bazen şaşıyorum kendime. Garfield ruhum burada da etkisini gösteriyor sıfır icraat, bolca hayal...

Ak sakallı dedenin müptelasıyım, gelecek işte bi gün biliyorum. 

                                       

    Filmekimi'nde izleyemediğim filmleri sağ baştan izlemeye başladığım şu günlerde oldukça merak ettiğim "Little Miss Sunshine"ın yönetmenlerinin çektiği Ruby Sparks'ı keyifle izledim.

Paul Dano'yu hala Little Miss Sunshine'da konuşmama yemini etmiş, sonrasında renk kötü olduğunu anladığında, yere oturmuş çığlığı basarken hatırlıyorum... Yıllar geçmiş ama Paul Dano hiç değişmemiş, aynı ben :))

                       

    Ruby Sparks hayalindeki sevgilinin gerçeğe büründüğünde her şeyin yine de mükemmel olamadığının doinnkkk diye yüzümüze vuran bir film. Fakat bu tokat yüzümüze inerken bir yandan da oldukça keyif alabiliyorsunuz.

Herkese tavsiye ederim

17 Ekim 2012 Çarşamba

Öylesine...

    Bir "Feşin Wik"in daha sonuna geldik. Sanırım herkes Zeynep Tosun'un moda haftasına damga vurduğuna hemfikir. Kumaş kalitesi, dikişler ve de kimsenin yakalayamadığı o tutkulu aurası ile yıldızlaştı.

  

    Zaten beni böyle organizasyonlarda defilelerden çok kendini ispat etmeye çalışan bloggerlar ve davetliler eğlendiriyor. Her moda haftasında bulunan bir grup ergeni gittiğim iki defilede yine aynı kadro görmek beni çok eğlendirdi.

Paris-Londra ve NY moda haftalarından güzel kareler... Darısı bizim moda haftamıza...

 

 

                          

 

                          

Photos: http://blog.krisatomic.com/?p=5599