29 Kasım 2011 Salı

Victoria's Secret ''Sexier Than Skin'' Kampanyası

    Sosyal medyaya ilgi duymaya başladığımdan beri öğrendiğim bazı şeyler beni gerçekten çok şaşırtıyor. Dünyada en fazla oyun oynayan bayanların Türkiye'de olması gibi. Şu zamana kadar bir kez bile facebook üzerinden oyun oynamadım.

    'Geleneksel' yaklaşım sergileyip hala bilgisayarımda kayıtlı olan Super Mario'yu oynamaktayım. Oyun oynamasam da teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyorum, bence ben tam olarak 'nereden nereye' örneğiyim.
Onur Air vakası tüm sosyal medya derslerine konu oldu ve de hala oluyor ya da çiçek açan Doğuş. İnternet Mahir'den sonra hocaların anlatacak bir şeyleri oldu çok şükür, baymıştık artık.

    Bu hızlı gelişim ve değişime en hızlı ayak uyduran sektörlerin başında bence moda geliyor. Markalar sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanıyor, blog tutuyor, yarışmalar düzenliyor...
OXXO'nun Türkiye'de en çok 'like' alan giyim markası olması da beni şaşırtan bilgilerden biri, Facebook'ta sayfa açan ilk markalardan biri oluşunun bu kadar beğeni kazanması için yeterli olmadığını düşünüyorum ve gerçekten bunun nedenini merak ediyorum.

Şimdi gelelim asıl meseleye. QR Code'un yavaş yavaş dillerimizde pelesenk olmaya başladığı şu günlerde süper bir Victoria's Secret QR code kampanyası olan 'Sexier than skin'e, fotoğraftan da anlaşılacağı üzere cep relefonu ile 'teknolojik' barkodu okuttuğumuzda tatatataaaaam telefonumuzda bir melek!
    Bence çok inovatif ve eğlenceli.

  Victoria Secret QR Codes

Türkiye'de de yakında mağazaları açılacak olan Victoria's Secret bu uygulamayı bizde de yapar mı bilmem ama yapar ise ülkece QR code'u yalayıp yutmamıza sebep olur :)

     Victoria Secret QR Codes

     Victoria Secret QR Codes

Son olarak Victoria's Secret'ın Türkiye'ye gelecek olmasına çılgınlar gibi sevinen kızlara erkeklerin cevabı net oldu: Kızlar biz de Nike marka krampon giyiyoruz ama hiçbirimiz Ronaldo değiliz! :)))


22 Kasım 2011 Salı

Lady Gaga sen Öss nedir hiç bildin mi?

    Tarihten tozlu bir sayfa, hesapladım da bildiğin yaşlanmışım, Öss sonuçlarının açıklanacağı gün. Tabii ki site çökmüş bakamıyoruz, bu sebeple benim için Yök ve Biletix'in farkı yok işin düşerse, o da düşüyor, hem de paldır küldür.

Arkadaşım arıyor, 'Bi okul kazanmışsın da ilk kez duydum, bunu ne ara yazdın? Neden istediğini sildin de bunu yazdın?' diyor.
Ama ama ama...

    Şu üst satırda koyduğum üç nokta hayatımın en acıklı üç noktası. Yanlış seçimler üzerine kurulmuş bir hayat benim ki. Hala lanet ediyorum o güne. İşin kötüsü unutamıyorum da.

Elazığspor maçımız vardı, durmadan ağlıyordum, maç başladı hala hüngür hüngür ağlıyorum. Bir de üzerine golü yedik mi ahan da katmerli durum. Daha sonra 7 tane gol çaktık, e artık susayım bari dedim, 7 gol, yazıyla da yedi. Öbür (öbür ne saçma geliyor yazınca değil mi?) gün gazetede iki fotoğrafım vardı; ''Fener önce üzdü sonra sevindirdi'' başlığı altında...
Ah be gazeteci ağabey Fener hiç üzer mi beni?

    Bu hüzün dolu, kopmasını, gitmesini dilediğim zaman dilimimi bir kenara bırakıp Lady Gaga'ya dönmek isterim. Çok düşündüm ama konuyu bağlayamadım bu seferlik böyle olsun...

Seviyorum bu kadını, ezberbozan tarzını, zaman zaman iticiliğini... Öyle ya da böyle farklı işte. Kafelere oturup gelen geçeni süzersin ya hani karşımda Lady Gaga olsa değil süzmek anatomi dersi alıyor gibi olayı ciddiye alır santim santim incelerdim.  Ve işte kendileri son zamanlarda giydiği en kapalı ve normal kıyafet içinde.

                                           

                      Gaga'nın etçil hallerinden sonra bu elbisesiyle pek şirin değil mi?
         
                                       

                   Karl Lagerfeld imzalı Chanel içinde Lady Gaga, hayaldi gerçek oldu :)



21 Kasım 2011 Pazartesi

Paylaştıklarını düzenli olarak gözetlediğim tek kişi 'Carrie' :)

     Kıskanç kelimesi sence de anlamının ağırlığını taşımıyor mu? Anlamını iyice pekiştirmek için TDK'ya sorduğumda cevabı: 'kıskanma huyunda olan' oldu. Peki sen de kıskanma huyunda olan mısın? Yan çizmeeee evet işte eveeeeet!

Ben pek kıskanç biri değilim diyebilirim, ama küçükken kuzenimin Barbie evine sahip olmak için neler vermezdim. Asansörü bile vardı, minicik taraklar, tabaklar, buzdolabı... Bıraksalar o evin önünde yaşardım. Barbie ve Ken yeter ki birbirlerini bir ömür boyu sevsinler bana yeterdi.

Daha sonraları lise yıllarımda, kombine kelimesinin 'kombi'den türemiş bir kelimeden daha fazla anlam teşkil etmediği yıllarda, kombinesi olan sınıf arkadaşımı delice kıskanıyordum (çok frna anlatım bozukluğu var cümlemde ama düzelmetemedim ya), benim için tepe noktası o idi, bundan sonra da hiçbir şeyi o kadar kıskanmam eminim... 

    Kızlar düzenli olarak birbirlerinin aldığı çantayı, çizmeyi, bluzu hatta parfümü kıskanır. Bu değişmez, Ayşe onu almış ise Berna nasıl almaz ya da alamaz? Şartlar zorlanır ve hedefe ulaşılır, burada hedef o çanta değildir, Ayşe ile eşit olmaktır. 

Tüm okul hayatım boyunca kimse de olmayan kalem kutularım, çantalarım, defterlerim oldu. Herkes mahallesinde bulunan kırtasiyeden alışverişini yapıyor iken ben yurt dışına giden birinden kırtasiye malzemesi sipariş verirdim, o zamanların rüya mağazası Dünya Gençlik Merkezinde harçlığımı son kuruşuna kadar harcardım. 

Kocaman kız oldum hala güzel bir defter, kalem gördüm mü dayanamıyorum, morning glory'nin benim olmasını hayal ediyorummmmm :)

Şu blog aleminde beni benden alan, kendinden başka kim olmak isterdin Mayni? diye sorsalar tek cevabım, nevi şahsına münhasır --> Carrie


    Başka zamandan kalmış, zaman onun için durmuş gibi. Kıyafetleri, takıları, saçı, başı, yaşadığı yer... Kendisini 'Vintage Kraliçesi' ilan ediyorum.
Hala keşfetmediyseniz mutlaka bir bakın derim, insanı cidden alıp götürüyor ve işte söylüyorum kıskandırıyor!

Seni kıskanıyorum Carrie. Hayatlarımızı değişelim mi? hı?

17 Kasım 2011 Perşembe

''Giyinik'' Ajda for Twist

    Ben minikken Ajda Pekkan'ın 'Eğlen güzelim gününü gün et, ben vazgeçmişken eğleeeeennnn' diye bir şarkısı vardı, bu şarkının klibi benim için inanılmaz bir dünyaydı, mini dizi gibi, bir hikayesi vardı. Tv'de ne zaman bu klip dönse ekrana kilitlenirdim. Klipte Ajda hayal alemine dalıyor ve çıkıyordu. O zamanlar ne kadar farklıydı görüntüsü ve kıyafetleriyle hatta adıyla...


Şimdilerde kendisi 'taş' olabilir ama benim için fazla itici. Özellikle giydiği o tanımsız mayolarla. Neyin ispatı bu? Taş gibi bacaklarının mı?, hala yaşlanmadığının mı? ya da Demet Akalınlaşma çabaları mı?
Bence Ajda Pekkan olmuş biri için çok yanlış hareketler bunlar.

Son zamanlarda çıkarığı albümlere ve giydiği tanımsız mayolara rağmen Ajda Pekkan'ın yaptığı en iyi atılım Twist işbirliği ile yaptığı koleksiyonlar. Oldukça şık ve tarz. Eski Ajda gibi.


                                       

                          

          

          

13 Kasım 2011 Pazar

''Aslan kaç paraparapoooooommmmmm''

    İnsanlar; İstanbul'da doğup büyüyenler ile İstanbul'a göç etmiş fakat daha fazla İstanbulluymuş gibi yapmaya çalışanlar olarak ikiye ayrılabilir. Ne kadar ayrımcısınnnnnn! diyebilirsiniz. Evet öyleyim çünkü kusura bakmayın da beceremiyorsunuz, bir yerden açık verip olmaya çalıştığınız kişi olamıyorsunuz. Herkes ne olduğunu bilip, bunun farkında olarak yaşasa ve haddini bilse belki her şey daha kolay olabilir çünkü parayla olmuyor bu işler.

Hadi şimdi gelin bunu modaya bağlayalım. Koskoca Christian Louboutin, her kadının rüyası, arzu nesnesi. ''Aslan patisi'' adını verdiği, bir de 'limited edition' diyerek kadınları daha da gaza getirecek bir model çıkartmış. Bir ayakkabı bu kadar mı çirkin olur a dostlar? Neyin peşindesin Louboutincim? Bu seri katır, eşek, fil, zürafa diye devam edecek mi? Adı ne olacak C. Louboutin hayvanlar aleminde mi?

                                                  
                                                  

    Demek istediğim herkes olduğu gibi olsun, özünü değiştirmeye kalkmasın, Louboutin elit ayakkabılar tasarlamaya devam etsin ve sen neysen o ol. Seni seven öyle sevsin, hayat rol yapacak kadar uzun değil...

                                        

12 Kasım 2011 Cumartesi

"Kaybeden; kaybetme korkusuyla denemeye dahi cesaret edemeyendir."

    Çocukluğum Şile'de geçti. Şimdilerde 50 dakikada gidilen yol ben minikken 2 saat sürerdi. Ya İstanbul'a gitmek çileydi ya da Şile'ye dönmek. Ben böyle büyüdüm. Hep 2 evim oldu, 2 arkadaş grubum, sabahları ekmek almaya gittiğim 2 bakkal amcam...
Hiçbir denizi sevemedim Şile'nin ki kadar...
Şimdi düşünüyorum da kaç yıl oldu Şile'de denize girmeyeli? En çok sevdiğimi kaçırmışım işte yıllar geçmiş...

Evimizle deniz arasında sadece kumsal vardı, ama yine de denize kavuşmak zordu çünkü kum sıcaktı :)
Her yaşın derdi başka işte.

    Annemin benim için aldığı mayolar olaydı. Fosforlu sarı, fuşya hatta kıpkırmızı... Bir sorun olduğunu küçükken de hatırlıyordum çünkü o kadar parlaktım ki insanların gözünü alıyordum. Sonra öğrendim ki ben arkadaşlarımla denize gittiğimde evden beni rahatça seçsinler, görebilsinler diye önlemmiş :)

Bu gece Little Miss Sunshine gecesiydi, bu filmi çok seviyorum. Bazen kaybetmenin bile çok anlamlı olabileceğini ailecek sahnede dans ederek ne güzel gösteriyorlar. Olive benim kahramanlarımdan... Hatta Olive'ın gözlüğünün aynısını aldım, herkes nine gözlüğü dese de ben her seferinde Olive ile aramızda! diyorum...

                    

Hayat hayallerini doldurduğun bir minibüs ve sanırım önemli olan bu hayallerine ulaşmak için yanına kimleri aldığın...


                                    

Filmin en dikkat çekici kısmı minicik kızların makyajla nasıl o hale geldikleri. Resmen sinir bozucular, küreğin tersi ile ağızlarına çakma isteği yaratıyorlar. Bu da demek oluyor ki minik kızlar çok güzel büyümüş de küçülmüş rolü yapıyorlar zira öyle olamazlar :)

                

Bu filmin derin etkisinin bir başka sebebi de dede özlemi. Olive'ın dedesi gibi benim de dedelerimden biri hayatta olsaydı da ben de böyle güzel anılar biriktirebilseydim, onları hatırlasaydım...En azından bir kez maça gidebilseydik...

Bu filmin en güzel cümlesini dedesi Olive'e söylüyor: ''Kaybeden; kaybetme korkusuyla denemeye dahi cesaret edemeyendir."

1 Kasım 2011 Salı

İnsan Ruhu Sadece 21 Gram, Uçup Gitmesin Yüreğinden

Körü körüne sevmek.
Bir beklentin olmadan, sadece sevmek.
İşte ben bunu iliklerime kadar yaşıyorum kendimi bildim bileli.
Seçilmişlerden olduğumu düşünüyorum zira normal değilim.
Canım çok yanıyor, bu haksızlıklara boyun eğmek çok zoruma gidiyor.
Yastığa başımı koymak artık dert, düşünmemek için çırpınıyorum, günleri birer birer sayıyorum.
122 gündür aldığım her nefes yarım.
Yüreğim dağlanıyor, ben eski ben olamıyorum artık.
Gülüşlerim sahte, yaşama gücüm bitik.

İnsan ölünce 21 gram hafifliyor, ruhu uçup gidiyor. Ben yaşıyorum ama 21 gram daha hafifim.

İyi ki doğdun Başkanım. Seni o kadar çok seviyorum ki. Allah'ım sana uzun ömürler versin...